Dilimizde esmek fiilinden türemiş birçok deyim var. Kafasına esmek, esip savurmak, aklına eseni yapmak, esip gürlemek, başında kavak yelleri esmek, yerinde yeller esmek, nereden esti… Farklı kullanımlar sözcüğün anlamını derinleştirir. Fakat ilk anlam çoğu zaman korunur. Sabit olana yeni olanın gelmesi üzerinden denklemi kurmak mümkün. Havanın değişmesi ve yenilik ilhama bir köprü kurar. Bilim, felsefe, din ve mitolojiyi aynı cümlede bütünleştirmeyi başarır, esinti. Hepsi için gerekli olan şey bir miktar ilham gelmesi, nihayetinde. Sonrası esintinin ardından karışanları toplamak ve bir yaratım sürecine girmek.
İlham ve yaratım arasındaki alakayı ortaya koyan güzel bir örnek Yunan Mitolojisinde bulunur. Zeus hafıza ve bellek tanrıçası Mnemosine ile dokuz gece birlikte olur. Her gece bir kız doğar. Bunlar Esin perileri, İlham perileri, Musalar ya da Müzler olarak anılan kardeş tanrıçalar. Musalar şiir, müzik ve diğer sanat dalları ile ilişkilendirilerek yaratıcılığı başlatan insana sanatı ve bilimi geliştirmesi için ilhamı veren tanrıçalar olarak anılır. Musalar insana gelir ve onun yaratıcılığını devreye sokar. Ona ışık ve yol olur. İlhamın bir rüzgâr gibi geldiği fenomeni başka mitolojilerde de yer bulur. (Arayacağı yerin YouTube olmayacağına emin olabilseydim, ilgisi olanı Gönül Tekin’e yönlendirmek isterdim.)
Esinti, rüzgâr ya da ilham bazen ferahlatan, rahatlatan, serinleten olabileceği gibi bazen de şiddetini artırıp fırtınaya da bozabilir. Bazı kulaklar için fısıltı yeterli olurken diğer bazılarının duyması için frekansın artması gerekebilir. Onun ulaşacağı dimağ ne kadar örtülü ise fırtına o kadar yükselir. Çünkü bu kozmik esintinin varış noktası insanın yaratıcılığıdır. İlham, yaratıcılığı başlatmak için gelen bir anahtar olarak iş görür. Esintinin yaratıcılığa ulaşabilmesi için onu almaya hazır olmak gerekliliği buradan gelir. Bunu başaran insanların spontane, kabul eden ve yaratıcı oldukları her halinden anlaşılır. (Mesela Arif Sağ’ın her bağlama açışında oldukça basit bir iş yapıyor gibi görünmesinin nedeni budur.) Ustalaşmak denen bu meziyet olanı olduğu gibi kabul etmek ve esintiye kendini açmakla mümkün olur. Bu sayede yaratmak, aşmak ve taşmak gerçekleşir. Bu meziyet terk edildikçe ve olan olduğu gibi kabul edilmedikçe ayrışma ve yabancılaşma başlar. Artık kendine geri gelebilmesi için insanın sarsılması zorunlu hale gelir. Fırtına şiddetini artırdıkça artırır. Müthiş bir esaret döngüsü başlar. Fırtınanın durmasının yolu fırtınada durabilmek olur.
Marstan bakınca bu kadar cefanın nedenini anlamak zorlaşabilir. İlham almanın ve yaratıcı olmanın ehemmiyeti bir kez daha sorgulamaya açılabilir. Gelgelelim dünyada bağ kurmak için var olduğumuzu söyleyenler kadar bağ kurmadan var olamayacağımızı ekleyenler de haksız değildir. Burası bir bağ kurma yeridir. Yönümüzü ve bağımızı kurmamızı mümkün kılan ise yaratıcılığımızdır. Yaratıcı olarak doğayla bağ kurar bilimi var ederiz. Varlıkla bağ kurar felsefe yaparız. Kendimizle bağ kurar sanatı ortaya koyarız. Hepsi için ilhama ihtiyacımız vardır. Çünkü ilham evrenin kendisindendir. İlham bağ kuracağımız şey (felsefi anlamda şey) her ne ise onunla en asgari ortaklığımızı kaynak alır. Şeyler ile ne alakamız olduğunu bize fısıldar ve yaratmamıza meydan açar. İnsan bu anlamda bütün varlık ile bağ kurabilir. Yapması gereken ilham ile geleni, yaratıcılığı ile birleştirmesidir.
İnsan insanla da bağ kurar -en azından dener. İlişkiler denilince aslında bu bağ kastedilir. Bu anne-çocuk ile başlar ve genişler. Sonunda bir ağa dönüşür. İlişkiler ağı içerisinde önemli bir bağ kurma biçimi de romantik ilişkidir. Romantik ilişkiyi çiftleşmeden ve seksüaliteden aşıran ve onu insana özgü hale getiren ilham ve yaratıcılık ortaklığıdır. İnsanın insan olma ve insan kalma serüvenin romantik bir ilişkiden bir kesitle anlatımına şahit olduğumuz Fırtına (2022) filmi bu ortaklığa ışık tutar.
Esme Madra’nın çok katmanlı kısası Fırtına (2022) bize romantik bir ilişkiden bir kesit sunar. Bir adam ve bir kadını aynı evde yaşayan partnerler olarak görürüz. Leyla ve Ara’nın ilişkisinin nasıl başladığını bilmeyiz. Fakat ilişkilerinin nasıl evrelerden geçtiğini bir süre takip ederiz. Süreç boyunca ortak bir dil kurmanın zorluğu karşısında Ara’nın Leyla’ya uyumlanma çabası daha önde görünür.
Leyla’nın birlikte yaşadıkları eve gelmesiyle film açılır. Leyla bahçede elini ayağını yıkayıp içeri girer. Geçen sahnede Ara küçük bir el feneriyle Leyla’nın vücudunu kontrol eder ve yapışan bir böcek ya da olumsuz başka bir durum olmadığını anlarlar. Bu sahnede Ara’nın doktor, Leyla’nın ise hasta rolünde olduğunu fark edilir. Bu oyunu ortak dile bir geçiş, romantik bir deneme olarak görmek mümkün. Sonraki sahnede Ara mutfakta hazırlıklar yapar ve Leyla’ya malzemeleri nasıl kullanacağını tarif edip sahneden çıkmaya hazırlanır. Fakat Leyla bu kadar normalleşmeye izin vermez. Onu yeniden oyuna davet eder. Bu kez birisi ocak çakmağını birisi cüzdanı alarak telefon görüşmesini oynarlar. Leyla’nın aynı şeyleri oyunun içerisinde duyması onu rahatlatır ve ilişki bu sahnenin ardından görünmeye başlar. Aslında duyulmaya desek daha uygun olabilir. Çünkü ilişki müzisyen rolüyle temsil edilir.
Bununla birlikte sahnenin sonunda buzdolabının bir tarafından envai çeşit bitkileri ve sarı ışığıyla Leyla’yı görünürken diğer tarafta işlevsel mutfak malzemeleri ve beyaz ışığı ile Ara görünür. Erkek beyni ve kadın beyni üzerine oldukça çarpıcı bir tabloyu yönetmen bizim için gösterip alır. Müzisyenin yani ilişkinin yavaş yavaş ısındığını melodisinden anlarız. Leyla ve Ara ise deniz kabuklarıyla bir 4-5 oyunu oynamaya başlar. Oldukça şahsileştirilmiş bu oyunu biz hiç anlamazken onların anlaması ve oynamaya devam etmesi artık uyumun ve birlikteliğin öznelleştiğine de bir işaret olur. Ardından bu kez onlar bir işin başında görünür. Bir sürü ampulü önlerine alan ikili bunların sağlam olanlarını ayıklar. İlişkinin devrede olduğunu müzikten anlarız. Önceki sahnelere göre yakınlaşmanın arttığı, ahengin olduğu bir an. Birlikte olma ve birlikte yapmanın huzuru da getirdiği görülür. Fakat elektriğin aniden gitmesiyle ahenk ve müzik kesilir. Birlikte çare arar ve sonunda bir mum yakıp oturmaya başlarlar. Artık yeniden bir ısınma sürecine geçilmiş olur. Fakat duruşlarından, sakinlikten, sessizlikten onların bir şeyi beklediği işlenir. Sakince bekledikleri anda camdan içeri dolan fırtına etrafı birbirine katar. Hızlıca camı kapatıp bahçedeki ağaçların fırtınayla sarsılmasını izlerler. Müzik yeniden başladığı an arkada bir kadının yattığını görürler. Kadının dahil olmasıyla, ilişkinin yeni bir döneme geçtiği görülür.
Güneş ilk önce çekingen davranır ve bir kovalamaca evin içini dışına çıkarır. Müzik Güneş’in gelmesiyle iyice yükselir. Güneş ısınıp evi dolaşır ve herkesi ısıtır. Tam bu anda müzisyen arayışını tamamlar ve ritmini bulur. Bu geçişi sağlayan Güneş ve müzisyenin buluşması olur. Müzisyenin burada kameraya baktığı fark edilir. Bu bahsedilen aha anıdır. Güneş ve müzisyen yani yaratıcılık ve ilham bir araya gelir. Ortaya çıkan müzik artık oldukça bağlayıcıdır. Leyla ve Ara arasında muhteşem bir yabancılaşma, yalnızlaşma, uyumlanma dansı başlar. Sonunda ilham (Güneş) ve yaratıcılığın (Müzisyen) ortaya koyduğu ilişkide (müzik ve dans) bağ kurmayı başarırlar. Bu coşkun sahnenin peşi sıra sabah hepsinin uyuduğu sahne açılır. Müzisyen, Leyla ve Ara yorgun ve uykuda görünür. İlham ise hepsinin arasından sıyrılıp olanca diriliğiyle evden çıkar. Denize kadar kamera onu takip eder. Ardından finalde denizin derinliklerinde biz de onu kaybederiz. Tıpkı evdekiler gibi.
Madra’nın Leyla’sı Mnemosine’le, Ara’sı ise Zeus’la benzerlikler gösterir. Ara tıpkı Zeus gibi partner ilişkisi kurar. Oldukça flörtöz davranır. Leyla’nın gerçeğine uyumlanmaya hazır bulunur. Usanmadan bu uğurda takip eden ve kovalayan olur. (Malum Zeus’un bu uğurda boğa olmuşluğu bile vardır.) Diğer tarafta Leyla ise neyi neden biriktirdiğini kendisi de bilmeyen bellek tanrıçası Mnemosine’i andırır. Oldukça abartılı bitkiler, ampuller, deniz kabukları ve çekmecede çalışmasa da bekleyen çakmaklar… Leyla’nın biriktirdiği anlaşılmaktadır. Buna rağmen sigortanın yukarıdayken açık olduğunu söylemesi hafızanın şaşılığına bir gönderme gibi görünür.
Bir diğer katmanda ise ilişkinin aslında iki kişilik bir şey olmadığı vurgusu ilişki somutlaştırılarak yapılır. Müzik ilişkiyi temsil eder. İlişkiyi beslemeleri, onunla temas kurabilmeleri, onu duyabilmeleri ve onda birbirlerini yaşayabilmeleri için yaratıcı ve spontane olmaları gerekir. Yaratıcılık onlarla en başından beri vardır. Onu film boyunca müzisyen oynar. Fakat yönünü bilmediğinden aslında bekleyen rolündedir. Bir arayıştadır ve yaratım başlamamıştır. Bunu başlatacak olan ise bir fırtına ile filme teşrif eden Güneş’ten başkası değildir. O ilham perisidir, Zeus ve Mnemosine’in kızı olarak onların yanına gelir. Bu sayede ilişkilerine eros yani dans, müzik, eğlence ve dahası eklenmiş olur. Müzisyene ışık olur ve yaratıcılığı devreye sokar. Leyla ve Ara’yı ardına takıp önce kendilerine sonra birbirlerine yaklaştırır. Birinin diğerine dönüşmesini aşan partnerler aşkı bulur. Zira aşk bir olmak değil, birlikte olmaktır. Onlar kendileri olarak kalıp bağ kurmanın yolunu ilham ve yaratıcılıkları sayesinde keşfeder.
Aslında filmde birey ve ilişki ölçeğinde gördüğümüz şey toplum için de geçerlidir. İlham bir esintiyle gelir ve onunla neyin yaratıldığı çok belirleyicidir. Yaratımlar toplanarak, kaydedilerek, biriktirilerek kültür ortaya çıkar. Sözün özü kültürü, yani insanın yarattığı her şeyi, mümkün kılan insanın yaratıcılığıdır. Yaratıcılık ise bir esin, ilham, ‘aha’ anı ile harekete geçer. Bu formülün ne kadar eski çağlardan beri böyle işlediğini tespit etmek güç. Bununla birlikte antropolojide önemli çalışmalar insanın ilk atalarına modern insana estiğinden daha kuvvetli estiğini işaret eder. Neticede insanın geçen çağlar boyunca esintiler, fırtınalar karşısında daha korunaklı bir fiziğe evrildiğini söylemek zor değil. Bu anlamda insanın temel ihtiyaçlarından birisi olan barınma büyük ölçüde çözülmüş gibi durur. Yine de müteahhitler duvara sıva üstüne sıva çakmaya devam eder.
Fiziğin ötesinde harç, çimento, tuğla başka olsa da yine çok korunaklı bir duvar bu kez insan zihnini örmeye devam eder. Kanı, sağduyu, ahlak, kültür ve dahası ile müteşekkil yeni duvar her türlü esintiden muhafaza eder. Yaratıcılığın üstü kapandı demek, insanın üstü kapandı demek olduğundan defin işlerini Baudrillard’a bırakıp aradan sıyrılmak mümkün. Diğer yandan yaratıcılığın insanda durmaya devam ettiği fakat onu harekete geçirecek olan ilhamın yani esintinin artık kendisine ulaşamadığı gerçeği söz konusu. İnsan artık sapasağlam duvarlarının içinde oldukça güvende. Bereket versin artık hiç esmiyor!