© 2022 Tüm hakları saklıdır. Developped by ordek.co .

Xâtun

Aralık 19, 2024
Ebru Altıntas

Paylaş

“Yol, kendine bir yer bulamamış kişinin özlemidir.” 

Nasıl da fısıldamıştı usulca kelimelerin kulağına Oruç Aruoba.

Ruh üflemişti, can bahşetmişti âdeta.

Zira, bu sözün vücut bulmuş hâlidir bu kırılgan yol öyküsü biraz da.

Yaşadığı köyün sınırlarına sığmayan ve hiçbir yeri kendine yuva edinemeyen kayıp bir ruhun arayışıdır yıllarca sürüp giden yollarda.

Yolculuklarca…

Sonsuz özlemlerin iz düşümüdür her minik adımda.

Kendisini anlamak istemeyen insanlara rağmen, bir başına hayatta kalma mücadelesidir, inatla. 

Kâdim medeniyetlerin beşiğinde dili, vakti düş gibi silik ninnilerle uyuyup büyüyen ve o varsıl coğrafyada hüküm süren nesillerin karanlık elleriyle tayin edilen kısır bir kaderdir; asırlarca devinip duran.

Ataerkil zihniyetlerin kadına biçtiği bütün rollerin cılız haritasında, ismine aykırı ama bir o kadar da şahsına münhâsırdır Xâtun’un kendisi. Xâtun’un hikâyesi.

Zamanın bile buhar olup uçtuğu kavruk bir iklimde dünyaya gözlerini açan Xâtun,

Üç çocuklu bir ailenin en küçük çocuğudur.

En ele avuca sığmaz, haylaz yavrusudur. 

Erkek çocuk sahibi olmanın güç sembolü olarak görüldüğü zamanlara hizalanmış her aile gibi, bu aile de bu defa erkek çocuk sahibi olmayı umutla beklemektedir.

Onlar bekleyedursun, umutlar tersine doğru seyir değiştirmiştir çoktan.

Aile, üçüncü defa kız çocuk sahibi olmanın yanı sıra çocuklarının bir de cüce doğması karşısında âdetâ hâyâl kırıklığına uğrar. 

Her şeyden habersiz dünyaya gelen Xatun’un imtihanı işte o gün başlar.

Özünde aynı olsa da her insanın kendine has bir fıtratı vardır ya, kendine has değerleri…

Xâtun da o denli özel.

O denli özgün.

O denli cesur.

Medeniyet denilen o yavan tabloda kendi renginde mûzip.

Öyle ki, çocukluk döneminde kendi yaşıtlarından ve hemcinslerinden daha farklı bir dünya bahşedilmiştir ona.

Ya da bütün devrik, çakma kahramanların arasında kendi ütopyasını inşaa etmiştir.

Küçük ama güçlü adımlarla arşınladığı,

tozu dumana kattığı yollarda.

Ne de olsa o her devrin, her yerin aykırısıydı.

Velhâsıl, yaşıtları ve hemcinsleri evcilik, saklambaç, ip atlama gibi oyunlar oynarken bizim koca yürekli Xâtunumuz, dağ, bayır, tarla demeden gezer, durur. Hatta bu huyu yüzünden annesinden zaman zaman dayak bile yer. Ama o, dayak, hakaret dinler mi hiç? Bildiğini okur. Kimseyi dinlemez. Âdetâ hiç büyümeyen haylaz bir çocuk yaşar içinde.

Sadece ailesi değil onu yadırgayan, anlamayan. Yaşadığı, gezdiği her yerde insanların olumsuz ve de hadsiz tepkilerine mâruz kalır.

Sırf yolları kendine yuva bildi diye.

Oysa ötekileştirilmişlerin payına düşen bütün sürgünler de hep bu yüzden.

Bu kısır döngüde debelenir durur insan soyu.

Asırlar boyu.

Yetişememiş yetişkinlerin zorbalıkları yetmiyormuş gibi, cüce olmasından ötürü bazı çocuklar da ondan korkar ve onu dışlar.

Kimi çocuklar ise çok sever ve oyunlar oynarlar.

Hiç büyümemiş, sadece oracıkta öylece yaşlanmış o gövdecik ve ruhla.

Aslında hepimiz yaşlı çocuklar değil miyiz,

adına dünya denen o oyunbaz salonda?

Çocukluk günahları kolayca affediliyor da, asıl korkunç olan yetişkinlerin kasıtlı hataları değil midir?

Hem bilinçli olanın adına hata değil,

suç deniliyordu, öyle değil mi?..

Neyse…

Çocukluğundan beri bu vb. muamelelere mâruz kalan Hâtun kahramanımız, zaman zaman üzülüp ağlasa da aslında hayata pozitif bakan, şen şakrak da bir çehredir.

Tepeden tırnağa yumuşacık bir yürektir.

Öyle ki, yaşadığı bütün zorluklara rağmen hâlâ inatla hayata tutunabilmektedir. 

Aslında o, artık yaşadığı acılara rağmen değil, acılarıyla yaşamayı hayat felsefesi hâline getirmiştir. En önemlisi de yadırgandığı hâlde karakterinden, yaşantısından ödün vermeden, bir başına, dimdik yaşamayı başarabilmesidir. 

Kimin ne dediğini önemsemeden dilediğince gezen, kendi işlerini kendisi gören Xâtun, tek başına istediği her yere gider. Çok gezdiği için de köyde gelişen hemen hemen her şeyden haberdardır ve gittiği yerlere de bu haberleri ulaştırır. Bu yüzden köylüler tarafından ona “Ayaklı Gazete” lakabı takılır. Kim kiminle evlenmiş, kim kiminle tartışmış, nereye taşınmış vs. gibi bilgiler köy halkına onun aracılığı ile yayılır. Bir nevi köyün yerel gazetesi görevini görür.

Bazı zamanlar âdeta sırra kadem basan Xâtun, bir an için gözden kaybolur, günlerce kendisinden haber alınmaz.

Bazen de bir bakarsın bir halayın ucunda oynarken görülür. Oynamayı sevdiği gibi şarkı, türkü, mani söylemeyi de sever.

O yanık sesiyle taziyelerde ağıtlar yakar. 

Kendisi de dâhil olmak üzere, herkesi ağlatır. Öyle ya, herkes kendi acısına ağlarmış, o da en çok annesi için ağıt yakar, için için ağlar.

Hayatı gâh mücadeleyle gâh şenlikle geçen Hâtun, otuz yaşına geldiğinde evlenir ya da evlendirilir. Sanki ikinci seçenek daha bir gerçeğe yakın gibi duruyor nedense. Anadolumuz, insanımız alışıktır zorâki mürüvvetlere.

Sanki bütün sorunların sihirli çözümü gibi.

Aile, akraba meclisi onun için de aynı yolu, yöntemi denemiş olmalı ki, söz konusu evlilik, ancak iki yıl sürer.

Hiçbir yere köklenemeyen göçek ruhu, çözümü yine yollarda arar.

Ayrılığın ardından eşi tekrar başka biri ile evlenirken, kendisi bir daha hiç evlenmez. 

Yine bildik alışkanlıkları ile hayatına devam eder.

Yaşıtları eşi, çocukları ve torunlarıyla yaşarken; o, yalnız bir şekilde yaşar.

Ve de yollarda yaşına yaş katar.

‘Benim sadık yarim kara topraktır.’ diyen büyük ozan Aşık Veysel misâli, o da yolları kendine yâren bilmiş olmalı ki, koca bir ömrü orada eskitti.

Kardeş, aileden kalan yegâne mirastır ya, o da payına düşeni tükettikten sonra, kuzeninin

bahçesinde onun için yapılan iki odalı bir evde bir süre yaşamaya başlar.

Karanlık ve aydınlık temâlı bu siyah beyaz filmde, rolünün hakkını vermek gayesindedir herkes kendi sığ ezberinde. Bu iki hâl üzerine yeryüzüne mücadele vermeye gelen beşer şaşkını, hem merhameti hem de zalimliği bünyesinde barındırır ilginç bir biçimde.

Hangisinin hangi anda ortaya çıkacağını bile kestiremeden.

O süreçte bir yandan yadırgayan diğer yandan da merhamet ve korku karışımı duygularıyla komşuları kendisine bir aile gibi sahip çıkar. İhtiyaçlarını karşılarlar.

Bir aile gibi yeri geldiğinde sahiplenen, yeri geldiğinde ötekileştirerek cezalandıran…

Bu şekilde alma verme dengesini hizalandıran.

Neden çok sonra göçek ruhu burada da huzuru bulamaz. Yollara olan tutkusu orada da yerinden eder onu. Yerleşiğin anlayamadığı o hür ruha yeni rotalar çizilir çaresiz. Yine bilmem kaçıncı sürgün düşen payına?..

Epeydir beklenen ama ansızın patlak veren bir kavga sonrası, yine yeni bir tayin söz konusu olur. Ve istemeye istemeye oradan da göç eder. Ne hazindir, bu zorunlu göç sonrası, ilk zamanlar hâlâ evinin olduğu bölgeye giden Xâtun, evin etrafında dolanır ve ağlayarak, üzülerek oradan ayrılır.

En nihayetinde, yuvasız kuşlar gibi oradan oraya göç eden Xâtun, çaresiz bu defa da ablasının yanına taşınır.

Acılardan, yollardan arda kalan hayatını orada sürdürmeye devam eder.

Uzun sözün kısası olur mu bu, bilmem ama ömrü boyunca kusurlu yaradılışının faturasını hep kendisine ödetti hayat.

Mâkuz kaderinin mağduruyken, suçluymuş gibi muamele gördü.

O yüzden minik gövdesinde taşıdığı kocaman yüreğini alıp yollara sürdü.

Sığamadı, sığdıramadı şu emanet varlığını ne bir beşer kalbine,

ne de şu koskoca evrene.

Ah insanlar, şu insan olduklarını zanneden varlıklar; bir bilseler, anlayabilseler; bütün kaçışlarının altında yatan o haklı sebepleri.

Keşke…

İnsanlarda bulamadığı huzuru, samimiyeti, güveni toprak anada, bazen bir kuşun ıslığında bazen de bir çiçeğin yapraklarında, yollarda buluyordur kendince.

Belki de insanlardan çok tabiat anlıyordu onu.

Hasretlerini, sitemlerini, acılarını.

Bir dile gelse yürüdüğü yollar.

Börtü, böcek, ağaçlar.

Bir dile gelse.

Onu anlamayan, yadırgayan insanlara

Neler söylerdi acaba neler?

Bir bilseler. 


fotoğraf: Ebru Altıntas 


Diğer Yazılar

denize çıkan merdivenler

Hemen her konu için betimlemesi, imgelemesi ya da metaforize edilmesi mümkün olan merdiven kavramı; mimari bir terim…

yansıma

Arka kapıyı açık tutuyorsun bir rüzgar veya bir ses girsin diye değil zamanı geldiğinde rahatça kaçabilmek için, tan…

sanat olarak sinema veya yükselteç olarak sinema

23 yıldır sinema seyircisiyim. Gördüğüm yüzlerce film sonrasında sanat sineması ile ilgili görüşlerimi 10 maddede şö…



© Tüm hakları saklıdır. Developped by ordek.co .