Büyüdüm,
Bir boşluğa bırakılırken gördüm kendimi
Zaman’ın yakalama güçlerine karşı mücadelem de o zaman başladı…
Zaman tutmazdım ben,
Kendimi zamanın içinde asılı akrep ve yelkovanı ise sessiz bir acı çığlığında kendi cenazelerini izlerken gördüm.
Ve çocuktum,
Güneşin aydınlattığı bulutsuz gökyüzüne istiridyeden çaldığım incileri dizer, bir ağlayıp bir güler bir de göçerdim…
Heybemde ise henüz ulaşılmamış efsaneler, mitler taşır, anlatır, büyütürdüm…
Toprakların üzerinde yalnızca tarih yazılmaz altından da yalnız tarih çıkmaz bir hikâyesi vardır ben anlatınca belki din olur tapılır…
Bunları nereden biliyorsun dersen katarsis anı’nı yaşadım soğuk bir rahimde kök saldım.
Evet,
Ben yabanın çiçeğiyim, boyun eğmez bir asi, rüzgârın tayin ettiği yönün kokusunu alırım, soluşum vakur toprağa karışımım doğumumdur.
Görüyor musun?
Büyüdüm artık uzanacak yerim kalmadı hüznümü dile getirdim.
Ben madde açısından zengin, humuslu toprakta büyüyen gül, kumlu ve de hafif alkalin içermesini isteyen lavanta, fazla su tutmasını istemeyen lale, sürekli nemli kalmasını isteyen ortanca ya da sadece özel orkide toprağını isteyen bir tür değilim. Ben yaban çiçeğiyim nereye ekersen orada biterim.
Alıyor musun kokumu?
Çorak arazinin, sağanak kimsesizliğin ortasında soba bacası olmayan evin, rutubetli duvarlarına sinmiş is kokusu gibiyim
Öyleyse monologlarıma boynumu kendim eğmeliyim;
“Neye küstün sen bakayım?
Yerini mi sevmedin? Kıyamam ki ben sana ama bükme öyle boynunu, kim nazar etti ki seni? Yaprakların da kurumuş ya tüh tüh mü demeliydim?”
Kendi ördüğüm duvarlardan oluşan evin kapısız penceresiz olduğunu gördüm, insaf, tükenmişti de orada ellerim.
Artık göçmek zor ama ikinci yeni bir hareket ele geçiriyor köklerimi…
Çiçeksiz de güzel güz ninnisi, kendimden bilmeliydim soğukluğu öyle değil mi? Toprak yalnızca köklerimi tutmaz kendi felaketimle cilveleşmemeliyim…
Duyulması imkânsız bir çığlık, ölmedim, gücenmedim de göçüyorum, derinliği olmayan bu rüyaları hiç sinmediğim odalarda daha önceleri de gördüm susayan bir ağızla ve de belirsiz bir soluşla anlatmamalıydım yalnızca…
fotoğraf: A local Arab man surrounded by Petra Oleanders flowers in bloom, Jordan c.1930s