Rüya kavramını “Bilinçaltındaki düşüncelerin, anılar ve hislerle şekillenmesi” şeklinde nitelendirebiliriz. Rüyalar, bilinç ve bilinçaltının dans ettiği bir mekânda şekillenir. Post-modern dünyada, bu soyut imgeler ve kesintili anlatılar, kimliğimizi ve gerçeklik algımızı sorgulamamıza olanak tanır. Rüyalar, tekdüzelikten uzak, çok katmanlı ve çelişkili yapısıyla, içsel çatışmalarımızı, korkularımızı ve arzularımızı yansıtır.
Her rüya, aynı zamanda bir anlam arayışı; belirsizliğin ve karmaşanın kucaklayıcı bir yansımasıdır. Bu bilinçaltı serüvenlerinde, hayal ile gerçek arasındaki sınırlar giderek belirsizleşerek, bizi özümüzle yüzleşmeye davet eder.
Rüyalarda kaybolmak, gerçekliğin katmanlarında savrulmak gibidir; her katman, derinliklerde gizlenmiş bir sır taşır. Kendimi bulmak için kayboluyorum; hayallerin peşinde koşarken, aynı zamanda içimdeki boşluğu keşfediyorum. Rüyalar, bir sanat eserinin yarım kalmış çizgileri gibi; tamamlanmamış ama yine de derin anlamlar taşıyor.