yenilgi hissiyle karışık huzursuzluk
Ruat tutarlı biri değildi.
Yazın tam ortasıydı. “Kahretsin! çok sıcak bir gün” dedi, evet, maalesef kendine dedi. Malumu ilan etmeye bayılırcasına. Günlerdir yazmak istiyordu fakat neye başlasa elinde kalıyordu. Ölü çocuklar havuzuna dilek taşı atıyordu. O taşı da kavisli bir şekilde fırlatıyor, falsolu sekişini izliyordu.
Şüphesiz ki kalbinden çok daha temiz bir beyaz sayfa açtı word’de, bir süredir aklında hoşuna giden bir başlık vardı CAPS LOCK açık bir şekilde yazdı ve uzun uzun izledi.
“HERKES SEVER KİBRİT KOKUSUNU”
Bir yangını izleyen insanlar gözünün önündeydi. Climaxinde bir kulübe yanacaktı ya da bir eczane, yelkenli de olabilirdi, gözetleme kulesi, doğumhane, cenaze aracı, petshop, seramik atölyesi ya da lateks fabrikası… Nereyi yakacağını ilerledikçe bulurdu. Tehlikeli, tuhaf hatta ucube bir aşk hikayesi olacaktı bu. İki uyumsuzun uyumu, sorunlu ve seksi. Yer yüzünün kaba öfkesine rağmen bir arada kalan iki canlı. Gösterişsiz felaketlerin içinde hayatta kalma kılavuzu. İsmi; herkes sever kibrit kokusunu. Hoş.
Eli klavyede harflerin üzerine dokunuyor. Tüm harfleri ilk defa görüyor gibi, kutucuklarına bakıyor. Bir sürü kutu, bir sürü sınır… Klavyesi bir coğrafi haritaya dönüşüyor. Her harf bir şehri temsil ediyor. Kuzeye çıktıkça harfler rakamlara dönüşüyor, güneye gittikçe komutlara. Doğuda bazı yüz ölçümü büyük tuşlar. ENTER.
Neydi soru?
İki uyumsuzun uyumu, hangi iki uyumsuz. Kim onlar? (Sesli soruyor kendine) Karakterleri bilmeli, karakterleri bilmeli, diyor. (B sınıfı Amerikan filmi yan karakteri gibi bir edayla) Ne yerler, ne içerler, nereliler, içinden miler, karakterliler mi bu karakterler? Borçlarını ödeyen tipler mi, kredi skorları ve kan değerleri nasıl? Rekabeti severler mi? En çok neye küfrederler… Karakterler. Tipler değil karakterler… Gerçekten yaşayan organizmalar, kendi içinde özgünlüğü ve tutarlılığı barındıran, davranışlarının neden sonuçla açıklanabileceği, toplumdan, kültürden, zamandan ve hakikatten azade olmayan canlılar.
Eski sevgililerini gözden geçirdi, ne zaman bir hikayeye sıkışsa öyle yapardı. O aptal nostalji ve geçmişin sonsuza kadar geçmişe ait olduğunun bilincinden doğan hüzün, ona yazdırırdı. Fotoğraflarına baktı, onların bakışlarına ve hayal kırıklıklarına… Hepsi Ruat’tan sonra daha mutlu oldular. Pırıl pırıl ve huzurlu baktılar istikballerine. Ruat bir enfeksiyon olduğunu düşünmeye başladı. Yok edilmesi veya pasifize edilmesi gereken bir unsur. Önce dikkatinin dağılmasına sinirlendi sonra da kendine -durduk yerde- mikrop demiş olmasından ötürü davranışını haksız buldu. Haksız ama hakiki. Ruat için doğrusu şuydu, hiç memnun değildi. Uzun bir süredir hiçbir şeyden memnun olmayı başaramamıştı. Bazen doktora gidip ve şu seceresinin titrettiğimin hayatında bana azıcık memnun olmayı yükleyin diye bağırası geliyordu ama gitmezdi de doktora, tamamlayıcı sağlık sigortası bunu kapsamıyordu. Dertli ve yaralı bir adamdı ancak ne derdine dert, ne de yarasına yara denirdi. O yüzden ekranın başında derdine dert, yarasına yara denebilecek insanlardan bahsetmeye çalışıyordu.
Herkes sever kibrit kokusunu… İçinde çoktan alevden bir şüphe topu dolaşmaya başladı. Gerçek bir ilişkiden bahsedebilecek, bir arada kalmayı başarmış gerçek bir aşk hikayesini yazabilecek doğru insan olmadığını düşündü. Ama yalan söyleyebilirdi. İşi de buydu. Olmayan bir şeyi olmuş gibi anlatmak.
Yarım sayfa ittire ittire yazdı. Defalarca ayağa kalktı, pencereden sokağa baktı, tül perdeleriyle flulaştırılmış ev içlerini izledi, telefonuyla oyalandı, salak salak kaydırdı beyin emici reelleri. Kendini önce nevresimini değiştirirken sonra da mutfakta ekmeğin üstüne aheste aheste nutella sürerken buldu, bir çırpıda yedi.
Sürekli bir yerleri kaşınıyordu ama en çok sırtı. Çekmeceden spatula çıkardı ve eliyle erişemediği sırtının ıssız yerlerini kaşımaya başladı. Bilirsiniz, insan yalnızlığı en çok sırtı kaşınınca hatırlar. Ruat yalnızdı.
Ruat tutarsız, yalnız ve sıkılgan biriydi.
Sıkıldı, kanepeye geçti yanı başındaki kitapları kurcaladı. Duygular Sözlüğünü çekti aralarından, açtı, index H sayfa 103: Hayal kırıklığı; dayanılması zor bir kayıpla ya da yenilgi hissiyle karışık huzursuzluk, gerginlik… Kapattı kitabı.
Youtube’a girdi, bir şeyleri becerememenin ne kadar normal olduğunu, kadife gibi bir ses tonuyla söylerken bilimsel veriler vermeyi ihmal etmeyen Ted x-y-z konuşmaları dinledi. It’s okay, diyen ve yatak sesiyle konuşan kimi uzmanlar. (AZMAN UZMANLAR, bunu defterine not aldı.) Mutsuz olmak normaldir, kaygılı olmaktan daha doğal hiçbir şey yoktur. Geceleri uyanıp kollarını kanatana kadar kaşımak ve sonra kafanı klozete sokup bağırabildiğin kadar bağırmak normaldir. Öyle normaldir ki, bunu yapmayana insan denmez. Böyle olmak insanın varoluşunun en temel, en kahramanca oluşudur. Stanford’da yapılan araştırmanın sonuçlara insan dediğin çeşit çeşit ve her şey, hep çok okey. Bok okey. Kapattı ekranı.
Youtube’u böyle saçmalıklar ve ahşap işleme videolarıyla doluydu. Burnuna bolca kolonya çekti. Dışarıya çıkmalıydı, kendinden uzaklaşması, insanların arasına karışması gerekiyordu. İçinden, içeriden çıkarmaya çalıştığı her neyse, onu memnun etmiyordu, dışından dışarıdan bulmalıydı.
Çıktı dışarı, hızlı, kararlı ama nasıl başarıyorsa, aksak adımlarla yürümeye başladı. (Yürüyüşü bile tutarlı değildi) Yine de evinden pek uzağa gidemedi, iki sokak sonra durdu ve çiğ köfteci manzaralı bir kafeye oturdu. Önünde zehir gibi bir amerikano. Ruat incognito moduna geçiyordu. Radarını açıyor ve bir kara sinek gibi ellerini sıvazlıyor. İnsanlar, sesler, yürüyüşler, bakışlar, teyzenin pullu çantası, oğlanın yeşile boyalı saçları, elektronik sigaralar, otomatik çöp kutuları, duvar yazıları, geçen kızın poposu. Po po su… Kulak kesildi birden karşısındaki masaya. Birbirinden iri üç adam, ikisi oturuyor, biri ayakta omzunda spor çantası, bir vücut geliştiricisi ama bacak günlerini ihmal ediyor, etmemeli… Ruat onları dinlerken, güya dinlediği belli olmasın diye telefonuyla oynuyor. Nasıl popoyu izlerken güneş gözlüklerinin arkasına sığındıysa, burada da numarası telefonu. Tam bir oyuncu.
Ayaktaki iri, amına koyayım bu nasıl bir sıcak, diyor. Karşısındaki iriler duosu ona cevap veriyor, Ruat tam duyamıyor. Ayaktakinin sesi gür, duyulmaktan ve görülmekten korkmayan bir dev. Gür Dev (not alıyor). Gürdev oturan ikiliye tek bir yapıymış gibi konuşmaya devam ediyor. Ruat ise ne duyduysa yazıyor. Bir yerde işine yarayacağını düşünüyor. Gürdev vs. İri duo. Ruat bütün dünyayı böyle algılıyor. Bir yerde işine yarayacak veriler kümesi. Tam bir istifçi.
– Hakkaniyet çok önemli bir şey, hakkaniyet o kadar önemli bir şey ki anlatamam sana. Sen ne kadar çok kötü enerji salarsan sağa sola, sonra gelir onlar seni bulur. O yüzden hakkaniyetle davranacaksın. Buna hakkaniyet stratejisi denir. Anladın mı?
Duo irilerden az iri olanı, bir çay içsene abi, diyor. Gürdev, yok, diyor.
- Hadi öptüm sizi.
Gidiyor, Gürdev, çiğ köftecinin önünden bilinmezliğe…
Ruat telefona not almayı bırakıyor. Hakkaniyet stratejisini düşünüyor. Bir kişisel gelişim kitabının başlığı olabilir mi? Hakkaniyet Stratejisi. Bu sefer defterine not alıyor.
Temassızıyla, bir sıcak, bir soğuk amerikano, bir de su ödüyor ve kalkıyor. Çiğ köftecinin önden geçiyor. Avare avare gezinmeye izin vermeyecek kadar sıcak hava o yüzden kendine bir çırpıda yeni bir hedef buluyor. Tavuk döner, diyor. Köşe başında bir büfe var, Ruat oraya gitmeyi seviyor. Büfenin sokağa bakan eğimli masalarından birine yan oturuyor. Göğsü sokağa dönük, açıkta herkesin gözü önünde. Esnafa önce ustam diyor, sonra garsonun ondan daha genç olduğunu görünce abim diye sesleniyor. Oradaki iyelik ekini vurguluyor. Ben senin abinim anlamına gelen bir seslenme biçimi. Abimm! Bu tarz seslenişler hoşuna gidiyor ama sadece esnaflara uygulayabiliyor. Bakkala hocam, kasaba ustam demekten zevk alıyor. Bir süredir koçum, yavrum, dostum ve hayatım seslenmelerini kullanmıyor. Başkan, patron, müdür ve reis seslenmeleri ise yasaklı listesinde.
- Abimm bana dürüm tavuk içinde mayonez ve hardal olacak, ketçap olmayacak, turşusu bol, domatesi az. Bir de limonata.
Buzz gibi bir limonata ağbime, diye içeri sesleniyor oğlan. Kişiselleştirdiği, tavuk döneri için olan detayların aktarılabileceğinden kuşkulu. Yine de sipariş ettiği gibi gelmese de sesini çıkaracak biri değil. Tutarlı olduğu nadir konulardan biri çekingenliği. Ne kadar abimin “m” sini uzatsa da, bir çatışmanın içinde kalmayı istemez. Memnuniyetsizliğini, önemseyişini ya da hırsını başkalarına göstermekten korkar. Uyumsuz görünmeyi hayal bile edemez. Erk hayvanı bukalemundur.
Limonata geliyor, buzlu ama buz gibi değil, -henüz değil- şimdilik ılık. Buzların erimesi beklenecek. O zaman da limonatanın kıvamı değişecek. Bunları düşünürken dürümü geliyor. Siparişi tam istediği gibi, hardallı ve bol turşulu, büfenin sisteminden kuşkulandığı için utanıyor. Hardal eklemesi ve turşu artışıyla besin piramidinin en altında yer alan bu yemek yeni bir kimlik kazanmış. Isırıyor, ısırıyor, keyfi yerinde. Bir daha ısırıyor, bu sefer bir sertlik. Kemik kadar sert hatta daha da sert. Çıkarıyor ağzından parmaklarıyla, avucunun içine alıyor. Mısırdan büyük, nohuttan küçük… Bir diş bu. Önündeki plastik tabağa koyuyor, birinin vücudundan kurşun çıkarmış gibi, her zaman yaptığı bir şeymiş gibi, çıkardığı dişi öylece önüne bırakıyor. Aklında dürümünden bir ısırık daha almaktan başka hiçbir şey yok. Tavuk etinin, hardal ve turşunun birleştiği o noktada, dürümü ağzına kadar götürüyor, ısıracakken duruyor. Sonunda bunun normal olmadığını kabul ediyor.
BAŞLIK:
MISIRDAN BÜYÜK nohuttan KÜÇÜK bir cisim
KONU:
Ruat iç sesiyle kendini SAVUNUR.
Bu diş, dönercinin dişi olmalı. YANİ DÖNERİNİ HAZIRLARKEN ağzından fırlamış VE ETLERİN ARASINA DÜŞMÜŞ, DÖNERCİ DE BUNU FARK ETMEMİŞ. Kasti olmamıştır, ANCAK böyle OLMUŞTUR. Yemeye devam ediyorken, yemeye tereddütsüz DEVAM ETMEMİN ve MİDEMİN KALKMAMASININ utanç verici OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜM. (Oysa midem de kalkmamıştı. Ben gizli bir yamyam mıydım, HAYIR, ben en azından türümü yemeyecek kadar türüme aitim.)
Ama midem bulanmış gibi DÖNERİ (hem de en güzel yerinde) MASAYA BIRAKTIM. (Öyle yapmalı çünkü!) GARSONU ÇAĞIRDIM. ABİM GEL Bİ! Amacım büfenin hijyenik olmayışını falan söylemek, Yani insanlık onuru için işte, kendimi savunmak, mevzu ÇIKARMAK. BÖYLE BİR durumda BİRİNİN SESİNİ ÇIKARMAMASI o insanın hasta olduğu anlamına gelir. Ama dürüst olmak gerekirse, bir kendinlik veya doğallık ile YAPMADIM. GÖREV olarak, dediğim gibi insanlık onuru için…
Bu sırada dili ağzında geziniyordu. Alt çenesinde bir boşluk. Bir kuytu. Implant.
(Ruat’ın iç sesi) IMPLANT DİŞİM Mİ çıkmış. DİŞ bana mı aitmiş. BİRAZ sonra azıcık azarlamak ve olay çıkarmak İSTEDİĞİM GARSONA NE DİYECEKTİM? SİZLİK BİR ŞEY YOK mu? Neydi o tavırlarım, TANRIM beni NEDEN UNUTTUN?
Azar çekemeyişi kendine özgü bir utanca dönüşüyor Ruat’ın. Kendiyle hesaplaşırken sesi bir alçalıp bir yükseliyor. Üstüne üstlük timing’i de kötü…
Tek isteği eve dönmek, tek istediği, yaşayamadığı hayatı, yaşayan/yaşayabilen kimselerden bahsettiği hikayesinin başına oturmak.
Temassızını dokunduruyor, suskunlaşıyor.
Ruat artık “abimm” diyen adam değil. Ruat’ın artık cebinde dişi var.
Boynu önünde, gölgeden yürüyor, bir an önce evine gitmek ve tüm kapıları kapatmak istiyor. Hiçbir cephede savaşmamasına rağmen mağlubiyete uğramış rütbesi sökülmüş bir asker gibi terk ediyor. Laptopunun yakınına ulaşmak, ve tüm bunları unutana kadar freze tezgahında ahşap işleme videoları izlemek istiyor.
Ruat daha evinin sokağına girmeden anahtarını eline alıyor. Yolun başından sirenleri açık çığlık çığlığa bir itfaiye aracı, Ruat’ın yanından geçiyor hızla, nereye gidiyor, ne olmuş Ruat’ın gram umrunda değil, kafasını çevirip bakmıyor bile.
Başarıyor eve ulaşmayı. Sakinliyor. Dişini komidinin üzerine koyuyor ve yatağa uzanıyor. Ruat tüm akşamüstünü uyuyarak geçiriyor. Uyandığında hava çoktan kararmış. Ruh gibi geçiyor koridordan… Hikayesinin başına oturuyor.
HERKES SEVER KİBRİT KOKUSUNU
Kadın 27 yaşında. Günlerini otobüsle gece yolculuğu yaparak geçiriyor. Ayazda inilen terminalleri, dinlenme tesislerini seviyor. Otobüste kitaplar, albümler bitiriyor ve pencereden yolları izliyor ve derin derin düşünüyor… Evsiz ama parasız değil. Bir kaçak ama kanundan kaçmıyor. Yoksa dönüşeceği kendinden, kaderinden mi kaçıyor? Bir öteki meselesi olmalı bu. Ötekiyi kabul etmek onu değiştirecek.
Ruat bir hikayenin tatmin edici bir şekilde sonlanabilmesi için ana karakterin değişmesi gerektiğine dair sarsılmaz bir inanca sahip.
—-
DIŞ.DİNLENME TESİSİ.GECE (SİS)
Anons: Öz Elbistan Turizmin değerli yolcuları, otobüsünüz…
Sıralı park etmiş otobüsler… BATMAN, YOZGAT, MUĞLA
Mercedes O 403 otobüsün camlarını hortum bağlı fırça ile yıkayan kavruk bir adam. Tesisi görürüz, masaj koltukları, lokum tezgahları, neon reklamlar…
Tesisin bir köşesinde, kemiklere işleyen soğukta omuzlarını yukarı kaldırıp sigara içen, siyah deri ceketli kadın. Sigarasının dumanını kararlılıkla, bir mızrak gibi üflüyor. Tek yöne, incecik.
—-
Ruat, ağzının içindeki kuytuya dilini sokmadan duramıyor. Yarım sayfa yazmayı başardığı için iyi hissediyor kendini, çoktan yazdığı kadına aşık oldu bile. Adamı yazmak istemiyor, çünkü ona kadına davrandığı hayranlıkla davranmayacağını biliyor. Üstüne daha yazmadan onu kıskanıyor ve beraber varacakları mutlu sona muhalefet ediyor.
Tüm bunları dilini ağzındaki kuytudan çıkarmadan düşünürken elektrikler gidiyor. Ruat koca götünü kaldırıp, evde mum arıyor. Çekmeceleri kurcalıyor. Fiyonklu ve vişne kokulu koca bir mum buluyor. Romantik bir gün için sakladığı ve asla kullamadığı bir aksesuar bu. Bir kibrit buluyor ve mumu yakıyor. Kibriti kokuluyor. Bir tane daha yakıyor, yeniden kokluyor, bir tane daha, şüphe içinde bir tane daha. Kısacası Ruat, kibrit kokusunu o kadar da sevmediğini anlıyor. Dinlenme tesisinde bekleyen kadını, o halde sonsuza kadar ayazda bırakıyor ve istifa ediyor hikayesinden. Ölü çocuklar havuzuna attığı yeni bir dilek taşı daha…
—-
Ruat ertesi gün, dişçiye gidiyor. Peçeteye sardığı dişi cebinde, bekleme salonunda dergilere göz atıyor. Cosmopolitan kapak kızı şöyle diyor: Kendini bilmek en büyük güç.
Yanında tellerinin çıkarılmasını bekleyen bir kız çocuğu, karşısında annesi. Uzaktan baksanız Ruat’ın çekirdek bir ailesi varmış gibi gözüküyor. Tek sorun çocuğun Ruat’a uzaktan yakından benzememesi. Ruat’a sorsanız böyle olmasını arzulayacağını söyler… Geleceğe aktarmak istediği ne bir genetik mirası, ne de akli dengesi olmadığının farkında. Umarım annesine çeker.
Anne telefonda arkadaşıyla konuşuyor, sabah gittikleri kahvaltıcıdan bahsederken samimi vibe’ı olan bir yer olduğunu belirtiyor. Anne’nin bu samimi vibe’ı olan kahvaltıcıyı ve yediği grananola bowl’u övmesi Ruat’ın karnını acıktırıyor. Kız çocuğunun elinde bir tablet var. Ruat’ın çocukla ilgili yapabileceği tek çıkarım, onun iyi bir izleyici olması.
Resepsiyondan Selahattin Bey, diye sesleniyorlar. Ruat’ın kesinlikle tercih etmediği nüfusa kayıtlı ilk ismi Selahattin’i duyunca irkiliyor ama düzeltmiyor. Ayaklanıyor ve kendini dişçiye teslim ediyor. Ağzındaki kuytudan, çıkan dişten, bunun normal olup olmadığından söz ederken ağzına tükürük hortumunu sokuyor dişçi. Ruat’ı mute’e alıyor ve yine düşünceleriyle baş başa bırakılıyor. Dişi çıktığı yere geri sokuyor, dişçi. Selahattin’cim dişlerini sıkmamalısın, diyor.
Kafa sallıyor, en azından bir boşluğun dolmasından ötürü mutlu.
Ruat olarak girdiği dişçiden Selahattin olarak çıkıyor ve kalabalığa karışıyor.
fotoğraf: Erinç Durlanık