© 2022 Tüm hakları saklıdır. Developped by ordek.co .

Etiket: Vitrin

kara, kafirâne bir kutlama

20’li yaşlardayken ölümün yaşamı anlamlandırdığını düşünürdüm. Açıkça defolu, hatta saçma bir hal
alabilen yaşam, anlam sayesinde katlanılabilir, hatta güzel bir şeye dönüşebilirdi. Yaşamın, çoğu insan
kaynaklı akıl almaz acılarına, eşitsizliğine ve işte saçmalıklarına göğüs gererek hayatta kalmayı ise çok
önemserdim ama. Ne okur, ne izler, ne karalarsam öncelikle aldığım yaraları iyileştirmek, sonra da
işte hayatta kalmak içindi.

İnsan hayatta kalınca ileriye doğru adım atabiliyor elbette ama nicedir “iyileşme ihtiyacını” ve
“hayatta kalmayı” önemsemiyor, dahası bunlarla ilgili olarak öfke duyuyorum. Hiç yara almasam, hiç
bir şey/kimse ittirip düşürmese beni, ileriye doğru daha çok, daha çok adım atacağıma göre niye hala
bunlara sevineyim? Bıktım bu tür bir varoluştan. Herkes adına bıktım.

Depeche Mode’un 24 Mart’ta yayımlanacak, kapağı melekli albümünden bir süre önce heyecanla
haberdar olmuştuk. “Ölmen gerektiğini hatırla/unutma” anlamına geliyormuş albümün adı; Memento
Mori. Birkaç söyleşi izledim. Hem Dave Gahan hem de Martin Gore buradan yola çıkarak “hayatı dolu
dolu yaşamak gerek” diyorlar özetle, albümün temasını da az çok çizerek. Dave’in albümden
yayımlanan ilk şarkı olan Ghosts Again’den melankoli ve neşenin içiçeliği olarak söz ettiğini, bunu
yaşama benzettiğini unutmamalıyım elbette ancak yine de ölüm ve yaşam gibi temaları, bireylerin
karşılaştıkları her tür acıyı, karanlığı şimdiye dek defalarca müthiş katmanlı melodi ve söz ile dile
getirmiş bu muhteşem grup için bana bu açıklamalar fazla sığ geldi. Belki de alçakgönüllü ve kibar
olmaya çalışan sanatçılar albümleri çıktığında arka arkaya söyleşi yapmak ve karşısındakilerin ister
göründükleri yanıtları vermek yerine rastgele zamanlarda söyleşi yapmalılar. Yeni şarkıların tek
ihtiyacı dinleyici gibi görünüyor. Üretimlerin çok fazla açıklanması, hele ki bunu üretenlerin yapması
sanki sıklıkla bu tür tatsızlıklara neden oluyor.

Ölüm-yaşam temalarıyla ilgili şaşırtıcı sığlık belki şarkının klibinde de varoluşuyla dikkatimi çekti. Uzun
yıllardır Depeche Mode ile çalışan, yalnızca onların değil daha pek çok müzisyenin benim de
beğendiğim yaratıcı kliplerine, fotoğraflarına imza atmış olan Anton Corbijn Ghosts Again şarkısının
klibinde niye bastonların topuzundaki kuru kafaları bu kadar sık ve uzun sürelerle ekrana yansıtmayı
tercih etmiş ki acaba? Dave’in mezarlıkta süründüğü sahne de yine doğallıktan çok uzak olmasıyla
rahatsız ediyor ya da benim gibi şarkılara klip gerekmediğini düşünenler için yeni bir kanıt oluyor.

Martin’in ölümü canlandırdığı satranç sahnesinin Ingmar Bergman’ın 7. Mühür filmine atıfta
bulunması ise hoş bir saygı duruşu ancak ölümle benzer hesaplaşmalara sayısız eserde rastlandığı için
klibin başarısızlığı bu sahnenin çoğul okumalarının da önünü tıkamış olabilir. Filmi bilen ya da
araştıranlar için arka planda deniz yerine gökdelenlerin olması doğal alanları tüm dünyada hızla
kaybettiğimiz günümüzde ölümün tüm canlıları, yerküreyi de kapsayacak şekilde genişlemesi
anlamına gelebilirdi örneğin ama işte kurukafalara yapılan ısrarlı vurgu gibi dokunuşlar kanımca
böylesi zihinsel yolculukların önünü kesmişe benziyor. Kaldı ki Dave bile bir söyleşide klibin New
York’ta çekilmiş oluşundan olumlu bir havada söz ediyor. Ölecek olduğumuzu unutmamamızı
hatırlatma niyetindeki bir sanat eserinde New York elbette yer alabilir ama ben bu klipte bu açıdan
tema ile yaratıcı bir bağ göremedim. Sürekli reklamı yapılan bir şehrin başarılı bir görsel sanatçının
elinden çıkan son görüntülerinin ötesinde bir şey görebiliyor musunuz siz?

Ghosts Again ne söz ne de melodi olarak Depeche Mode’un sayısız mükemmel şarkısından biri değil
bence. Zamanla fikrimin değişeceğini öngörmüyorum ama yazıda artık Depeche Mode’un, en azından
bu grubun benim içimdeki yansısından söz etmenin zamanı geldi. Bunu da en iyi Andy’den söz ederek
yapmaya başlayabilirim çünkü grubun mizah duygusu en yüksek bu üyesi tam da ölüm temalı bu
albümün kayıtlarından kısa süre önce göçtü öte diyarlara. DM üyeleri bu albüme pandeminin ilk
döneminde başlamışlar. Albüm ismi, çoğu ölüm temalı şarkı Andy ölmeden önce yapılmış aslında.
Dave ve Martin kendilerinden çok daha sağlıklı bir yaşam süren Andrew Fletcher’in aralarında en
uzun yaşacak olan olduğunu düşünmüşler hep. Mayıs 2022’de bir kalp sorunu nedeniyle aramızdan
ayrılan Andy, Memento Mori albümünün temaları ve beyaz melek kanatları arasında ister istemez
aklımıza gelerek bir tür absürd mizahla selamlamıyor bizi. Dahası Depeche Mode’u özel kılan özü de
hatırlatıyor. Yaşama ve ölüme dair dizginlenemeyen, cesur başkaldırı ve kimi zaman haklı, kimi zaman
gerekli alay…

Bu öze giriş için Black Celebration/Kara Kutlama’dan daha uygun bir şarkı olamaz sanırım. “Yalnızca
bir kara, karanlık günün daha bitişi kutlamaya değer” diyen sözler “Tüm umutlar bittiğinde nasıl
devam ettiğine bakıyorum. İyimser gözlerin benim için cennet” diye devam eder. Bu sözler elbette
Depeche Mode üyelerinin yaşamlarına ayrıcalıklı yerlerde başlamadıklarının izleri…
Ölüm temalı bu son albümlerinde beyaz kanatlı olanlarından Azrail’e melekler yer alırken, Tanrıyı da
ilgilerinden esirgememiş bu muhteşem grup üyeleri. En muhteşem şarkılarından Blashepmous
Rumours (Kafirane söylentiler) için en cesur şarkılarından da denebilir.

Nitekim bu ve en ünlü şarkılarından Personal Jesus gibi din konulu şarkıları bize göre bu konulardaki
eleştirilere daha “anlayışlı” olan İngiltere için bile bir parça rahatsız edici bulunmuş. Blashepmous
Rumours bileklerini kesen 16 yaşındaki bir kızın ölmemesinden “Bu gibi küçük merhamet gösterileri
için Tanrı’ya teşekkürler” diye söz ediyor, tıpkı 18 yaşındaki, İsa’ya bağlı bir kızın kaza geçirip hayat
destek ünitesine bağlanmasıyla ilgili olarak söylediği gibi. “Bence Tanrı’nın hastalıklı bir mizah anlayışı
var. Öldüğümde onu gülerken bulmayı bekliyorum” diye de devam ediyor. Din ile ilgili en sorunlu
şeylerden birisi isyan etmekten, sorgulamaktan, öfkelenmekten korkmak olsa gerek. O yüzden bu
şarkının sözlerini çok seviyorum. Şarkının müziğinin sözlerle oluşturduğu zıtlık şarkının sözlerini daha
da çarpıcı yapıyor. Özellikle gencecik insanların intiharından, kaza geçirmesinden söz edildiği için,
buradaki isyan ne kadar da haklı ve içten. İnanç böylesi acılar karşısında kim bilir nasıl zorluyor
insanları. Kimi insanlar hiçbir şekilde inandıkları bir yaratıcıya isyan etmiyorlar. Korkuyla çok ilgili
olabiliyor bu durum oysa yaşam bu kadar acı ve haksızlıkla doluyken, gencecik insanlar ölebiliyorken
isyan etmemiz kadar doğal bir durum olabilir mi?

Bu yazıyı büyük deprem felaketi sonrasında yazdığım için de böyle şekillendi sanırım oysa DM en
sevdiğim gruplardan birisi ve daha müzik odaklı bir yazıyla da karşılayabilirdim Memento Mori’yi.
Depeche Mode’a ölüm temalı bir sürü şarkı yazdıran pandemi nedeniyle ülkemizde de ne çok insan hayatını kaybetti, ne çok insan maddi zorluk yaşadı. Sonra çok ciddi bir ekonomik kriz ile sarsıldık. Ve
son olarak nerdeyse ülkemizdeki herkesin bir yakınını kaybettiği büyük deprem felaketini yaşadık. Bu
süreci düşününce ister istemez William Blake’in “Acının fazlası güldürür” sözü geliyor aklıma.
Blasphemous Rumours şarkısıyla da akraba sayabilirim bu sözü çünkü şarkının çılgınca dans etmeye
uygun müziği bu sözdeki gülümsemeyle akraba elbette. Üstelik ülkemizin arka arkaya yaşadıkları
nedeniyle bizler de Tanrı’nın mizah gücüne pekâlâ selam etmek isteyebilirdik. İsyan etmek, kabul
etmemenin neden olacağı zorlu beyin yolculuklarına çıkmak, başa gelen her şeyi “doğal” sayıp
kabullenmekten daha insanca değil mi?

Hem sevdiklerimiz, hem de kendimiz için hayatta kalmanın pek önemsenecek bir durum olmadığını,
asıl önemli olanın ilerlemek, kapasitemizi gerçekleştirebilmek olduğunu ve eğer inanacaksak bizim
için bu tür planlar yapmış olan bir yaratıcıya inanmak gerektiğini anladığımız zaman dünya daha eşit,
yaşanılır bir yer olacak sanırım. Amerika’dan tanıdığım bazı kişiler bizim coğrafyalarda depremde
neden bu kadar bina yıkıldığını anlamadıklarını söylediler. Orada yaşadığım için sağlık hizmetlerinin ne
kadar pahalı olduğunu biliyorum. Demek istediğim bu iki ülke farklı nedenlerle “hayatta kalmak”
temel ihtiyacımızı bile karşılamaktan yoksunlar. Ayrıcalıklı değilseniz Amerika’da da kapasitenizi
gerçekleştiremiyorsunuz. Memento Mori’ye, en azından temasına buradan bakacaksak öleceğimizi
unutmamak hayatta kalmakla yetinmemek için güç versin bize. Ve eminim ki bunu da en çok müzikle
yapacak. Bu yazıda pek söz edilmeyen ama söz konusu Depeche Mode ise en önemli güç kaynağı olan
müzikle…

Filmin Boyu ve İşlevi I – Fakir Olmakla Cüce Olmak Aynı Şeydir: Big Bang

Uzun metrajlı filmle kısa metrajlı filmi ‘şeffaflık’ üzerinden her tartma girişimimde uzun metrajlı filmin başarılı bir yalancı olduğu, kısa metrajlı filmin ise başarısız bir yalancı olduğu sonucuna vardım. Uzun metrajlı film, içinden çıktığı toplumun sosyo-kültürel ahvalinin ya da en azından bir parçası olduğu sektör koşullarının ne kadar iyi olduğunu ifade ederken kısa film bunların ne kadar kötü olduğunu ‘gösterir’. Bu yüzden kısa film, hem araştırmacılar için hem de genel izleyici kitlesi için oldukça önemli ‘anlam ve anlama potansiyeli’ne sahiptir.

Kısa film üretiminde pek çok büyük sinema endüstrisini geride bırakan Brezilya’nın en önemli kısa film yönetmenlerinden biri olan Carlos Segundo’nun son kısası Big Bang de biçimsel ve içeriksel açıdan -özellikle de üstteki paragrafta altını çizdiğim şeffaflık ikiliği üzerinden- pek çok öneme sahip ve bu yüzden çok değerli ve ‘mülhim’ bir çalışma.

Bunlardan ilki (ve belki de en önemlisi) ‘doğal adaletsizliği’ bir motif olarak ele alması ve sosyal adaletsizliği bu motif üzerinden tenkit etmesi. Filmin başkahramanı Chico, bir cüce olarak doğanın ‘doğal’ adaletsizliğinden muzdarip. Fakat Brezilya toplumu gibi ‘doğa ile göbek bağı kesilmemiş’ ve moderleşememiş toplumların olumsuz bir getirisi sonucu doğal adaletsizlik Chico’ya sosyal adaletsizlik olarak da yansımış durumda. Filmde neredeyse herkesin Chico’yla ‘üstten’ konuşması, Chico’nun -fiziksel dezavantajı nedeniyle- fırın tamiri gibi tehlikeli ve pis bir işle hayatını kazanıyor olması ve sürekli görmezden gelinmesi bunlardan birkaçı. Babasıyla ilişkisi, her ne kadar kendisi için olumlu bir sonuç doğursa da araba bagajında seyahat etmesi ve film boyunca kendisiyle diyalog kuran neredeyse kimsenin yüzünün görünmeyişi filmin adalet ve sınıf farklılıklarıyla ilgili sorgulamalarını derinleştiren unsurlar. Filmin -bilerek veya bilmeyerek- altını çizdiği nokta ise hayatta bir adaletin olmayışından daha vahim olan şeyin ‘adaletin kendisinin de adaletli olmayışı’. Bazen adalet tecelli edebiliyor fakat bazen etmiyor. Chico için hayat hem adaletsiz hem de adaletin kendisi adaletsiz. ‘Büyük bir çıkışsızlık hali.

Filmde Chico ile gerçek anlamda diyalog kuran tek insan hastanede tanıştığı Marta. Çocuğunun hastalığı nedeniyle işe gidemeyen ve bu yüzden muhtemelen işini kaybedecek olan Marta, Chico’nun içinde bulunduğu depresyonu çoktan aşmış bir kadın. Chico’nun fiziksel dezavantajını -aynı sosyal sınıfın bir parçası olmaları nedeniyle- umursamayan, onunla gerçek ve samimi bir diyaloga ve dolayısıyla kadraja giren Marta, Chico’nun hayata karşı tavır alış biçiminde değişikliklere yol açıyor. Bu noktada Segundo’nun filmografisinde daha önce gördüğümüz ‘normalleştirme’ ve ‘normalleştirerek kara mizaha işaret etme’ yönelimi kendini tamamlıyor. Her şeyin çok adaletsiz ve zor olduğu bu dünyada gerçekleştirilen hiçbir eylem ‘radikal’ olarak etiketlenemiyor. Gerçek anlamda radikalse bile en fazla bir komedi unsuru olarak karşılık buluyor. Chico’nun -kendi yöntemleriyle- bir direniş başlatması da radikal değil, 2021 yılı yapımlı Sideral filminde karşımıza çıkan uzay mekiniğe gizlice girip yıldızlara seyahat eden iki çocuklu annenin bu hareketi de radikal değil. Tüm eylemler fevkalade normal. Yapılan eylemin radikal olup olmadığını hitap ettiği kitle belirliyor. Ve Segundo’nun sessizce eleştirdiği yaşam biçimi ve yaşam formları her şeyi hak ediyor. Marta’nın Chico’yla inşa ettiği diyalog ve ona aktardığı ‘sınıf bilinci’ böyle diyor.

Filmin biçimsel önemi ise ‘kısa film estetiği’ ismi verilen aşağılık kompleksine kapılmayışından ileri geliyor. Hikayeyi kısa yoldan anlatmak için klişe haline gelen yöntemler kullanmayan ve çıkışsız metaforlar üretmeyen, yoğuşturulmuş uzun metrajlı film biçimine alet olmayan ve biçimsel tercihleri ile ilgili sınırları kendi belirleyen bir film Big Bang. Film, Chico’nun yaşamından 14 dakika çalmıyor veya Chico’nun yaşamını 14 dakikaya sıkıştırmıyor. Filmin anlatacakları 14 dakika sürüyor. Film, biçimsel olarak da uzun metrajlı filmlerle kısa metrajlı filmler arasında yaratılan ‘sınıf farklılığına’ karşı çıkıyor ve bahsi geçen alt-üst ilişkisinin ‘sahteliğini’ teşhir ediyor.

Filmde Chico karakterini büyük bir yetkinlikle oynayan Giovanni Venturini’nin Porcas Borboletas’ın Only Life şarkısıyla dans ederek yaptığı final ise Big Bang’in inşa ettiği anlam ve meydan okuma çemberini ‘kısa devre yapmadan’ tamamlıyor. Chico dansıyla hem boş veriyor, hem meydan okuyor, hem de kutlama yapıyor. Sahnede yalnızlaştıkça cüce olduğunu unutuyor, ‘doğa’ya meydan okuyor ve bunun kutlamasını yapıyor. Ama kadrajdan son ana kadar çıkmayan dans pistindeki diğer insanların vücut parçaları izleyiciyi Chico’nun gerçekliğine ve bilincine kilitliyor.




© Tüm hakları saklıdır. Developped by ordek.co .