Göstermem yakışık almaz Buyrun anlatayım: Pipimin en tepesinde küçük bir pusula bulunur Erekte olduğumda tam yere paralel olur bu pusula. Bunca yıldır bir kez olsun saptığını görmedim. Bakır bir menteşeyle tutturulmuştur Küçük bir kapağı, Kapağının üstünde hünerli işlemeleri. Bir kartalın engin vadiler üstünde süzülüşü resmedilmiştir. 1674 tarihinde İstanbul’un Ermeni bakır ustaları yapmıştır. Biraz aşağıya indiğimizde Baş kısmının ipek bir kılıfı vardır. Acil durumlarda bu kılıf, Tepedeki ip çekilerek sıkılaştırılmak suretiyle Kondom olarak kullanılabilir. Kenarları dantellidir. Şaftın etrafı zümrütlerle çevrilidir. Bu zümrütler dönemin Mısır hükümdarının armağanıdır. Zümrütlerden en küçüğü Saat yönü tersine 90 derece çevrilirse Şaftın alt kısmından mekanik bir tık sesi gelir. Bu bölgeden özel bir dolma kalem çıkmaktadır. Dolma kalemin yokluğu ereksiyonu bir miktar zorlaştırsa da İkisine aynı anda ihtiyaç duyduğum pek nadirdir. Dolma kalemin etrafı yine değerli taşlarla çevrilidir Lâkin Bu taşlar yeşil zümrüt değil kızıl elmaslardır. Forbes’un “Most Valuable Artifacts of 21st Century” raporunda Bu dolma kaleme 270 milyon dolar değer biçilmiştir. -kuru gürültü- Sol hayanın gözler ve ağzının yanı sıra Kendine ait bir sindirim sistemi de mevcuttur. Genelde kadife lacivert bir ceket giyer. Çok büyük bir Wes Anderson hayranıdır. Biraz boş konuşur. Sağ hayam ne yazık ki bir sabah uyandığımda gitmişti. Zümrütlerin içinde şarkı söyleyen peri kızlarıyla anlaşamıyorlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse Benimle de çok iyi anlaşamazdı. Ancak açık konuşacak olursam, Kızgınlık veya kırgınlıktan gittiği fikrini Bir türlü kabul edemiyorum. Sağ hayamın ailesinde definecilik geleneği vardı. Doğu Beyazıt’ta kovaladıkları o işte bir gelişme olmuş olacak mutlaka. Yoksa sinirlenip bir gece dönüp gidecek biri değildir. Kazı ekipmanları, kafa lambası da gitmişti ayrıca. Ne var ki define işi pis iştir. İki kuzeni kaybolmuş, abisi ise aklını yitirmişti. Bizimki yine durmaz, Anasının yalvarışlarına aldırmazdı Definecilik bir yangın olmuş sarmıştı her yerini. Yıllar yıllar önce Lübnan’da yaşadıkları bir macerayı anlatırken Gözlerinin içi ışıldardı. “Öyle normal lahit değil ha!” Derdi. “Nereden baksan 40-50 ton kayanın içinde. Benim belim güçlüdür Gel gör ki bizim Kirkor bir deri bir kemik. Mecbur gittim yakındaki bir köye. Önceki gün barbutta Ne kadar şarap, sigara kazandıysam Hepsini köylülere verdim. Gece gündüz demeden vurdular kazmayı. 4. gün hava ağardı ağaracak Bir kazma küçücük bir çatlak açtı lahitin içine. Güzel kokularla beraber. Bir mırıltı sardı ortalığı. Herkes birbirine bakıyor. Bir kadın sesi aramızda geziniyor Çok uzun yıllar önce unutmuş bir melodi Mırıldanıyor da mırıldanıyor. Sesi de öyle güzel ki namussuzun İpek gibi Süt gibi. Şanssızlıktır dediler Ruhtur, peridir dediler Cadıdır, tanrıdır, hayalettir Cindir, şeytandır, dabbedir dediler. Biri yılandır dedi Biri rüzgardır -En çok da o korktu haa- Ne dediysem dinletemedim. Kalan üç dört paketi elime tutuşturup Koşa koşa uzaklaştılar.” Ee derdim ben de “Ee? Sonra ne oldu?” “Ee’si yok. Jandarma geldi dağıttı bizi Sigaralarımı da aldı. Lahitin içinden 50 milyonluk tarihi eser çıktı İngiltere’de sergileniyor şimdi Namussuzum Gün gelecek orayı da yağmalayacağım. Yağmalamazsam namerdim.” Derdi. Selametlik.
fotoğraf: flowers paradise series by Nobuyoshi Araki