© 2022 Tüm hakları saklıdır. Developped by ordek.co .

shadowing the world

Haziran 6, 2024
Hasan Cem Çal

Paylaş

İmge. Jean Baudrillard’ın fotoğrafçılığını düşüncesinden ayırmak pek mümkün gözükmez. Fotoğrafın “simülakr düzeni”nin ikinci basamağında konumlandığını düşünen ve gerçeğin yitişinin eşiğinde bulunduğunda ısrarcı bir düşünür için fotoğraf çekmek özünde bir tür “karşı-devrimcilik”tir; eğer aynı zamanda bir protesto değilse: Görünüşleri kurtarmanın gerekliliği. Fotoğraf gerçekten de bunu yapar sanki Baudrillard için; görünüşleri, bir bakıma arta kalan şeyi kurtarır. İmgeyi kurtarma makinesi olarak fotoğraf kamerası.

Protokol. Baudrillard’ın fotoğraflarının görünüşleri kurtarma şekli, onları yeniden gizemlileştirme eğiliminde bulur ifadesini (zira her yeri kaplamış, hatta üstüne dijitalize edilerek analojikliğini yitirip kaybolmuş fotoğraf, gizemini kaybetmiştir postmodern dünyada), fotoğraflarının pek insan içermemesi, içerse bile insan suratını görünür kılmaması (ama yine de görünür kıldığı her şeyi bir tür yüze çevirmesi) bundandır zaten. Baudrillard’ın besbelli bir fotoğraf protokolü var: Fotoğrafı gerçeği bir ideal olarak yansıtmayacak, onu bir bulmacaya, bilmeceye dönüştürecek, dolayısıyla olduğu gibi, tüm ele ve söze gelmezliğinde görünür kılacak, özetle uçuculaştıracak bir şey hâline getirmek. Görüntüye göçmüş, hicreti imgeye olmuş gerçekliğin imgeyi kasıp kavuran, imgede kaynayan varlığını çözmektir bu; “hayati illüzyonu” imgeye iade etmektir: Gerçekten imge üretmek. (Olması gerektiği gibi) yegâne gönderimi gerçeğe olan bir şey olarak fotoğraf.

Kategori. Bu fotoğrafları birkaç kategori üstünden söz konusu etmek olası ve her biri de birbiriyle ilişkili. Bunlar gölge, yansıma, yüzey ve iz kategorileri. Bu olguları ya da maddi kuvvetleri göz önünde bulundurmadan, bunların kesişimselliğini söz konusu etmeden, tüm bu tartışmayı da “gerçeği kurtarma aracı olarak fotoğraf” sorunsalı bağlamında düşünmeden, Baudrillard’ın fotoğraflarını “gerçekten görmek” mümkün değil; gerçeği gerçeklik olarak tanımlamamızı sağlayan şeyin illüzyon olduğunu kabul ettiğimiz düzeyde tabii. Bir tür kapalılıktan, göz yanılsamasından, kısmi karanlıktan mülhem Baudrillard’ın fotoğrafları. Tıpkı gerçeğin kendisi gibi.

Gölge. Baudrillard’ın fotoğraflarında başat bir yere sahip gölge. Bunun öncelikli nedeni, dünyada bırakılan bir iz olmasından, ama ayrıca bir kişiyi herkes hâline getirmesinden gölgenin. Diyelim ki Baudrillard’ın kafayı takmış olduğu “nesne kategorisi” leyhine “özne kategorisi”ni lağveder gözükmesinden. Gölgeler iç içe geçebilir mesela, ama bedenler asla; en azından beden olmayı kesmeden. “Işığın yazısı”nı, fotoğrafı karanlıkla doldurmakta da nevi şahsına münhasır, apayrı bir ironi var kuşkusuz: Görünen şey ışığı kesen bu fotoğraflarda. “Kim bu gözüken?”: Belki de bu soru anlamsız artık. Baudrillard’ın bir duvara yapışmış bedeni, Baudrillard’ın aynaya yansıyan bedeni; gölge gibi düşen ve gölge düşüren. Kalıbı ışıkla alınan bir karanlık ya da “herhangi-bir-beden” işte. Gölgeler her yerde: Fotoğrafı çekilen şeyi, aydınlanan şeyi karartan bir şey hep oldu.

Yansıma. Yansıma Baudrillard’ın fotoğraflarında tek bir işlevi haiz: Mekânın çevresini mekâna gömmek, mekânı mekânda sanallaştırmak. O nedenle yansıtıcı yüzeylerden oluşan binaları kayda almıştı o, ama ayrıca sudan yansıyan, pürüzlü bir yüzeye vuran ve dolayısıyla pürüzlü hâle gelen pürüzsüzlükleri görünür kılmıştı; her “mükemmel” şeyi yansıtan “mükemmel olmayan” bir şeyin varlığını anıştırırcasına, hatta bu iki şey arasındaki diyalektiği de vurgularcasına. Pürüzlü yüzeylerin pürüzsüz olanları ve pürüzsüz yüzeylerin de pürüzlü olanları yansıtmasının bir nedeni var bu fotoğraflarda: İmge çift uçlu bir belirlenim her zaman; onu yaratmayı bilene tabii. Sıvı camdan yansıyan gökyüzü (gökdelen), suyun üstünde yüzen metal (araba): Yansıtıcı yüzeyleri yansıtan bir yüzey olarak fotoğraf. (Araba camının üstünde bir ciklet gibi uzayan binaların oyunbazlığı.)

Yüzey. Yüzey Baudrillard’ın fotoğraflarında bir içerik, ama başlı başına bir biçim de. Gerçekten, onun fotoğraflarının bir yüzey gerilimine sahip olduğunu söylemek gerek. Bu gerilimin maddi olduğunu da tabii. Suya gömülmüş arabanın sağ kapısının pencere kolunun usulca yüzeye çıkan ucu; bir surficial punctum? Bir kadehe yansıyan ve onun yüzeyinde bir camera obscura misali terse dönen meydanın görüntüsü de fotoğrafın yüzeyini bir paralel evren hâline getirmez mi? Bir binanın üstüne yapıştırılmış, büzülmüş, buruşmuş devasa bina çıkartması ise yüzeyin tamamını kaplamaya meyleden, tıpkı (Simülakrlar ve Simülasyon’da sözü edilen) Borgesci harita gibi nesnesinin boyutunda, klonvari bir modeli andırmıyor mu? Ama burada da yine bir yüzey gerilimi yok mu? Gerçeğe dair bir şey? Var: Pürüz, eksik, gedik, hata. İmgenin yüzeyi “gerçeklik parçası”nı ne kadar kuşatmaya çalışırsa o kadar bozuluyor; genleşen bir damar gibi. Baudrillard’ın yüzeyleri: Gerçeğin kuvvetlerini açığa çıkaran arayüzler. Bir fotoğraf fiziği.

İz. İz Baudrillard’ın fotoğrafında çokkatmanlı bir varlığı ihtiva ediyor. Öncelikle maddi bir şey ve “orada olmuşluğu” imliyor, ama özel bir tarzda. Birinin oturmuş, ardından kalkmış olduğu, kıvrım kıvrım hâle gelmiş kırmızı bir koltuk kılıfı, fakat aynı zamanda bir mavi yastık: Birisi üstündeydi, ama artık yok, yalnızca “üstündeliği” kalmış; bedeniyle bıraktığı maddi iz yani. Simüle edilmesi imkânsız, hesaplanamaz şeyler bunlar; varlık ile yokluk arasındalar çünkü. Sıfır (0) ile birin (1) üstünden düşünülemezler dolayısıyla, dijitalizede edilemezler öyleyse. Ama iz bir yandan da bir açıklık tabii; namevcudiyet ile mevcudiyeti birbirine bir başka şekilde de bağlıyor: Baudrillard’ın çerçeve içinde çerçeve olarak kullandığı kırıklar, oyuklar, delikler; dünyayı gerçeğin bıraktığı izin sınırlarını baz alarak görmenin aracıları; namevcutun kontürleri. Ve tabii, son olarak, izin yoğunlaşmasından söz etmeli: Açıla açıla orta yeri beyaza çalmış bir kapı. Kaç kişi açtı onu, kaç kişiye geçit oldu kim bilir, fakat kesin olan şu: Tüm olan bitenlerin izini taşıyor üstünde. Baudrillard’ın izleri, izi bırakanların namevcudiyetini şart koşuyor sanki; dikkatini çeken tek şey kalan iz onun; görmeye değer tek şey olma vasfıyla. Ya da “gerçekten görülür” tek şey. Fotoğraf: İzin izi.

Dünya. Baudrillard’ın fotoğrafları erotik fotoğraflar; bedenleri yarı çıplak kıldığından, kısmen giydirdiğinden, örttüğünden değil de (ki kendi otoportresi tam olarak bunu yapar ve Baudrillard’ın en erotik görüntüsünü oluşturur) dünyanın bedenini onu pornografikleştirecek tüm kuvvetlerden soyduğundan. Onun (İmkânsız Takas’ın son bölümünün başlığına göndermeyle) dünyayı gölgelediğinden söz edilebilir bu anlamda, ışığı biraz kıstığından ve tabii onu kesecek bir bedeni onun tam önüne yerleştirdiğinden. Dünyayı yeniden baştan çıkarıcı kıldığından diyelim. Tıpkı yüzsüz, bedeni kısmen görünen, peçeyle sarılı bir kadın gibi. Gölgeler, yansımalar, yüzeyler, izler: Tüm bunlar dünyayı daha anlaşılmaz, “daha içinden çıkılmaz” kılmak için işe koşulur bu fotoğraflarda. Gerçeğe muammasını, müphemliğini, muğlaklığını iade etmeyi sağlarlar az da olsa. İmgede yiten gerçekliği imgeden doğururlar kendilerince. Bir yanılgı mı? Sanmıyoruz. Paradokslarla dolu bir dünyada paradoksal olmayan bir kurtarma girişimi düşünülebilir miydi ki?


fotoğraf: Jean Baudrillard, “Saint Clément”, 1987, kaynak: Magazine — TANKtv



Diğer Yazılar

bir gönül meselesi

Bir kısır döngüdür ya bu gönül işleri;Gidenler, kalanlar, mâsumlar, günahkârlar.Bir kuytu köşede sarılmayı bekleyen …

abis

“Okyanusun sakin yüzeyini görmen, hakkında her şeyi bildiğin anlamına gelmez.” Kulübedeki moruğun söylediği son sözl…

sökülme

Çürük diken ve ikideniz arası anasının benzeşmesi sizinki. Pek gözüpek, kalpsiz, beyinsiz, köksüz vecam kesikli. Zor…



© Tüm hakları saklıdır. Developped by ordek.co .