“Merkezde insanın denetlenemeyen, sonsuz merakı var. Onu dinler denetliyordu, diktatörler denetliyordu. Onu da demokrasi bir ölçüde denetliyordu. Yargı, yasama, yürütme vesaire. Bir denge. Ahlak normları, dilimiz, dilimizdeki kavramlar. Hepsi bir şekilde denetliyordu bu merakı. Fakat yapay zekâyıdenetleyecek bir şey yok.”
Birinci ve ikinci bölümlerinin https://a-part.online/mesrep/diyalog-gunduz-vassaf-i-kisim/ ve https://a-part.online/mesrep/diyalog-gunduz-vassaf-ii-kisim adreslerinden okunabileceği Gündüz Vassaf söyleşimizin, yapay zekâdan çıkıp Nietzsche’ye nasıl vardığımızı bizim de anlayamadığımız lakin sonuçta oldukça coştuğumuz, üçüncü ve son bölümü için buyursunlar…
***
Bilgen: Tekrar merhaba hocam, bu akşam sizinle İzmir’den fırtınalı ve yağmurlu bir havada buluştuk. Bazen bir duygu olur, hani aşırı yağmur, coşkunluk içerden çıkıyor ya dışarıya; camlar çarptığında rüzgar, fırtına, aşırı yağış… Tabii ki sokakta olanları, sokak hayvanlarını düşünmeden, üzülmeden edemiyoruz ama kendi içimizle kaldığımızda sanki işte, içimden çıktı hali oluyor gibi. O gök gürültüleri bile biraz heyecan dolu gibi geliyor nedense.
Gündüz Vassaf: Onun şiirini yazabilirsiniz. Telaffuz ettiniz, kaybetmeyin bu söylediğinizi şimdi. Müthiş güzel.
Bilgen: Tamam hocam. Evet şu an öyle bir ortamdayım. Kesinlikle. Zaten dünkü konuşmamızda bizi öyle bir yükselttiniz ki, bu buluşma kendim açısından söyleyeyim, bu sıradan kişisel tarihte öyle bir milat gibi yerini aldı ki aşağıya inemiyorum. O açıdan devam etmek kesinlikle gerekli.
Gündüz Vassaf: Hakikaten çok keyifli bir söyleşi oldu şimdiye kadar.
Bilgen: Özellikle hepimizin gündeminde olan yapay zekakonusu var. Ama tabi şimdi bu konuyu zaten içinden çıkamamış olduğumuz özgür irade konusunu irdelemeden gündeme getiremiyoruz. Bizler özgür irade sahibi isek bir gün yapay zekanın da özgür iradeye ulaşacak bir kodlamaya ulaşacağını gayet rahat öngörebiliriz değil mi? Ama eğer özgür irade sahibi değilsek bu durumda bu bir ütopik düşünce değil mi? Bu konuda fikrinizi çok merak ediyoruz.
Gündüz Vassaf: Yani bizim irademizin özgür olup olmadığı çok tartışılmış. Değişik filozoflar değişik şeyler söylüyorlar. Dinler farklı şeyler söylüyor. Hatta şunu söyleyenler var, sanal bir oyunun parçasıyız belki. Matrix filmi vardı hatırlarsanız. Bilemeyiz. Yani bilinmeyenlerden bir tanesi. Fakat dediğiniz gibi yapay zekanın insan gibi düşünebileceği, hatta insanın fevkinde düşünebileceği, kendi kendine düşünebileceği, elindeki bilgilerle bunun olabileceğine mutlak gözüyle bakılıyor, dediğiniz gibi. Sorulan sadece zaman. Ne zaman olacak bu? Fakat yapay zekayla, az evvel kütüphanede idim, ona birkaç soru sorayım dedim. Sizle konuşmadan soramadım, çünkü on beş yirmi dakika önce aklıma geldi sorular. Sen kimsin? Tanrı şair mi? Ne var ne yok? Filistinliler Yahudi mi? Göktaşlarının kirası var mı? Muhammed yüzme biliyor muydu? Yüzmek günah mı? Çocuk ana karnında konuşur mu? Evrenin rengi ne? gibi böyle abuk sabuk sorular sormayı düşündüm. Bunlar daha gelişebilir. Sizin de aklınıza gelirse siz de deneyin bakalım neler çıkacak? Çünkü elindeki verilerle ancak şimdilik kelimeleri beyan edebiliyor. Yani satranç ustasını yenebilecek kadar güçlü olduğunu kanıtladı. Satrançtan daha da zor Go ustasını yenebilecek kadar da güçlendi. Ama Go ustasını yenen programa “ekmek nedir?” diye sorsanız ya da “iki kere iki dört nedir” diye sorsanız bilemeyecek çünkü sadece o konuya programlanmış ve bu mantık içinde düz mantık diyebilir miyiz bilmiyorum ama şöyle bir sorun, savaş nasıl bitebilir, savaşlar nasıl bitebilir diye sorulduğunda şunu söylemesi mümkün. Savaşları insan çıkarıyor. İnsanlar savaşlardan şikayetçi. Dolayısıyla insanlar ortadan kalkarsa savaşlar da bitecek. Bu mantıktan gidebilir, programlandığı şekilde. Asimov’un robotlara ilişkin yasaları vardı ellilerden kalma. Robota, insana zarar verme emri verilirse, zarar veremez derdi. Onlar aşıldı artık, yapay zekayla aşıldı. Onun için ne çıkacağı belli değil. Çok iyi şeyler çıkacağı da kesin. Tıpta, hukukta çok daha doğru, iyi kararlar, teşhisler verilebilecek, çok daha az yanılgılı… Otomobil kazaları azalacak. Yine ölümler olacak ama yüzde seksen, yüzde doksan düşecek belki araba kazalarından ölüm. Fakat öbür taraftan olağanüstü bir işsizlik bekleniyor. Yakın zamanda beş, on yirmi yıl içinde, yani milyonların, onlarca milyonun belki yüzlerce milyonunun işsizliği bekleniyor ve bu düz işçi değil, vasıflı kişiler de. O zaman düzen buna nasıl cevap verecek? Çünkü para kazanmak çok daha kolay olacak, yapay zeka sayesinde. Robotlara sigorta ödemeyeceksiniz. Bakım yok, çocukların okul masrafları yok. Robotlar için bir sosyal devlet söz konusu değil. Oradan dünyanın yani şimdi bu milyarderler beş kazanıyorsa beş milyon kazanacaklar yapay zekasısayesinde. Onun için bozuk para gibi onu hepimize dağıtmaları. Hepimizin insanca yaşayabilmesi için işten değil. O olur mu olmaz mı bilmiyorum. O olursa. Ama hepimiz sanatkar oluruz olmazsa. O olmazsa artık yeni teknolojilerin savaşları, yeni teknolojilerin hapishaneleri…Bilmiyorum.
Bilgen: Çok önemli buradaki öngörüleriniz. Bu bağlamda bir ilave daha sorum var. Geçmişte toplumu düzene sokmak için ne vardı? Şeyh vardı, büyücü vardı, şimdi imam var, papaz var, başkanlar var. Dinler… Zaten tanrılar öldü. Yeni nesil zaten politik ya da apolitik yaklaşımıyla düzene tamamen karşı durumda. Tamamı gitti. Bir yandan biz de diyoruz ki kendi kendimize, kısır düşüncemizle, yapay zekayı yönlendiren bizim verilerimiz ve bu durumda yapay zeka ile yönetildiğimizde, kendi verilerimizle kendi küçük topluluklarımızla bu şekilde yönetilebiliriz. Halbuki bu bir sanrı gibi geliyor. Çünkü yapay zeka, dolayısıyla bilişim şirketlerinin başkanları bizi yönetiyor olacak. Yeni yönetim düzeni bu mudur sizce? Bu mu olacak? Bizi bekleyen bu mudur?
Gündüz Vassaf: Bir defa ilaveten işte papazlar, imamlar, kabile şefleri, diktatörler… Bir de ideologlar var ki, onların içinde şair de var, sanatçı da var. Onların da kafasında bir dünya var. Böyle olmalı. Bunun için Nazım Hikmet, güneşe akın var, koşun, koşun, koşun, eritmeye çağırıyorum, der. Bizi çağıran şairler de var. Bir ideolojiler peşinde hep bizİ çağıranlar var, hep bize bakıyorlar. Bu şirketler tabi bireylerin elinde, dediğiniz gibi, üç beş kişi sahibi, onların da çalıştırdığı bir küçük bir elit grup var. Ama doğru anladıysam sorunuzu, yapay zeka onları da aşacak. Yani onlar da korkuyor zaten. Yani Musk falan. İngiltere Başbakanı geçen ay bunları topladı. Aman birtakım yasaklar koyalım diyorlar. Bunlar ki, Pandora’nın kutusunu açtık. Neler çıkacak? Pandora’nın vazosu aslında. Neyse, açtık bakalım neler çıkacak? diyorlar. Bilmiyorlar ve onlar da korkuyor.
Biriz: Yani bağımsız hale gelebilecekler mi sizce?
Gündüz Vassaf: Buna kesin gözle bakılıyor. Sadece zaman meselesi deniliyor. O zaman da yüz yıl sonra değil, beş, on, yirmi; en uç noktadakiler elli diyor.
Biriz: Ben de öyle düşünüyorum. Tarihe bakarsak çok kısa süreçler içerisinde çok büyük değişimler oldu. İlk önce kralların etrafında dönüyordu dünya. Ondan sonra Orta Çağ’da ne oldu? Tanrı merkeze oturdu. Ondan sonra Rönesans, Aydınlanma derken insanı merkeze aldık. Dünya insanın etrafında dönmeye başladı. Hümanizm…Hümanizmin zaten zararlarını savaşlarlagördük. O yerini paraya bıraktı, merkeze para geldi. Ondan sonra da şimdi merkeze robotlar geldi. Yani çok kısa süre içerisinde olan şeyler. Belki de robotların da iki yüz yıl sonra sonu gelecek, ondan sonrası ne olacak esas onu biraz düşünmek lazım. Gelecek mi acaba? Yoksa insanlık robotlarla bitecek mi?
Gündüz Vassaf: Merkezde insanın denetlenemeyen, sonsuz merakı var. Onu dinler denetliyordu, diktatörler denetliyordu. Onu da demokrasi bir ölçüde denetliyordu. Yargı, yasama, yürütme vesaire. Bir denge. Ahlak normları, dilimiz, dilimizdeki kavramlar. Hepsi bir şekilde denetliyordu bu merakı. Fakat yapay zekayı denetleyecek bir şey yok. Yani büyük belirsizlik oradan. Yani öyle olabilir ki tersi de olabilir. Yani çok iyi olumlu gelişmeler de olabilir. Fakat yapay zekanın denetimsiz gelişmesiyle en zulümkar diktatörleri arar olabiliriz. Çünkü onlara karşı bir esprilerimiz vardı, şarkılarımız vardı. Gene yarına bir inancımız vardı. Yani yapay zeka yarını da elimizden alıyor. Çünkü yarını da o tayin edecek.
Bilgen: Sanat bile buna evrilmedi daha. Daha o kadar yeni ki, diktatöre karşı sanatsal yaklaşım, başkaldırı filmi, romanı ve benzeri… Evet, şimdi yeni platformlarda görüyoruz bu konuda diziler, savaşmaya çalışanlar ve benzeri. Ama tabii estetik bir yanı yok izlediklerimizin, tamamen satmaya yönelik olan yapımları görüyoruz. Zaten sanat daha bu konuda herhangi bir adım atamadı bile.
Gündüz Vassaf: Evet yani kullanmak isteyenler var. Yapay zekayı sanatkarlar kullanıyor artık ve resim sergileri yapılıyor, kuratörün yapay zeka olduğu… Hatta artık piyasası da var, fiyatları da var. Yapay zeka sanat eserlerinin, ortaklaşa yapılan sanatı var artık. Yapay zekayla insanın bir şeyler oluşturmasıyla…Yeni bir şeye girdiğimiz kesin. Tanımsız, eski tanımların sarsıldığı kesin. O zaman sanat nedir falan, böyle sorular abes artık.
Bilgen: Hayal gücümüzü ele alacağım. Sizden umudumuzu kaybetmemeyi öğrendik, söylediklerinizden…. Hep umutlu olmalıyız konusu… Ama mevcut durum, hayal gücümüzün elinden alındığı düşüncesiyle böyle yerlere itilen bir duruma geliyor. Mesela Ressamın İsyanı romanını elime aldığımda, okuduğum süre boyunca QR kodlarını hiç okutmadım. Çünkü ben hayal etmek istedim. Çünkü bir eser onu izleyenin, dinleyenin, görenin ya da okuyanın kafasında yeniden yazılıyor hayal ederek. Ben onu görmek istemiyorum. Evet, ikinci, üçüncü okumadan sonra görmek isterim ama şu anda hep o görsel durumun içerisindeyiz. Her şeyin yere inmesi ve hayal gücümüzün elimizden alınması bana çok haksızlık gibi geliyor ve köşeye çekilip hiçbir şeyle uğraşmak istemiyorum.
Gündüz Vassaf: Şeytanı savunacağım. Herhalde telefon çıktığında da aynı şey olmuştur. Annenizle konuşuyorsunuz, uzakta bir yerde ve ikiniz de şikayetçiyseniz bu ne biçim iş? Sadece sesini duyuyorum. Seni göremiyorum. Seni hayal ediyorum. Bizi yakınlaştırdı ama birbirimizden uzaklaştırıyor bu musibet alet. Yani bu daha önce telgrafla olmuştur. Telefondan önce ilk telgrafla…Harfler uçuşuyor, harfler birleşiyor, kelimeler oluyor, kelimeler birleşiyor, cümleler oluyor. Ama karşınızda bir insan var. O mors alfabesi ile falan tık tık tık tık tık tık bir şeyler var. Yani bu hep oldu. O zaman dünyamız başka varlıklarla hep yüz yüze idi. O günden bu yana müthiş bir kopuş oldu. Şizofrenik bir kopuş…televizyonla, aynı şekilde filmle….Yani hatırlayın o ilk filmleri. Bir lokomotif vardı. Böyle seyirciye doğru gelir. Seyirci koltuğundan aşağı iner, öndeki koltuğun arkasına saklanır. Ama giderek duyarsızlaşıyoruz. Ama başka duyarlılıklar da geliştiriyoruz. Dünyayı daha çok tanıyoruz, daha çok duygu yaşıyoruz. Hatta o kadar çok ki geçen gün, konuştuğumuz gibi bu duygu bombardımanı, duygu ve düşünce bombardımanı altındayız hala. Yapay zeka da aynı olmayacak ama ilk defa aynı olmayan bir şey olmayacak. Ama farkı yapay zekanın hükümdar olması, tek hükümdar olması. Biz filmden vazgeçebilirdik. Mecbur değildik telefonu icat etmeye. Böyle bir akım gelebilirdi. Müthiş muhafazakar dini bir akım gelebilirdi. Telefon günahtır diyebilirdi, insanlığın sesi böyle hapis edilemez falan… Telefon kalkabilirdi. Yani Floransa’da, Rönesans’ın beşiği Floransa’da bir rahip geliyor, el koyuyor düzene. Halk da onu destekliyor.Botticelli bile kendi resimlerini yakıyor, ateşe atıyor. Savanoroladiye bir rahip, iktidarda. Ama şunun için söylüyorum, elimizde bir şeyleri durdurmak, icatları falan, ama pek yaptığımız bir şey değil. Yapay zekayla hiç elimizde olmayacak. Ama şu anda elimizde olan tarihi ölümsüzlük. Yani her söylediğimizle, her söylemediğimiz, her yaptığımız, yapmadığımızla tarihi biz yazıyoruz, engelleyebiliriz. Yapay zekayı durdurup da biz de tamamıyla veya yeni ahlak kuralları geliştirebiliriz, şeffaf yapabiliriz. Bu üç beş şirketin, milyonerlerin elinden alabiliriz, o bizim elimizde. Bize rağmen değil, bizim sayemizde olacak o kötülük.
Bilgen: Bu söyleminiz o kadar yol gösterici ki. Bir söyleşinizde şunu söylemiştiniz, şikayet eden insanı dinlemek istemem…Neyapabilirizi konuşmalıyız. İşte bu durumda bu hep bir başucu sözü olarak kalacak. Gerçekten “ne yapabiliriz” demek. Çünkü şikayetin gerçekten sonu yok ve tüm sohbetlerin ortak konusu şikayetler ve elde edebildiğimiz hiçbir şey yok. Bu durumda bu konuda yol gösterdiğiniz, bir ışık tuttuğunuz için gerçekten çok minnettar hissediyorum ben.
Gündüz Vassaf: Bir yol arıyoruz, konuşuyoruz. Biz olmasak bu konuşma olmayacaktı. O zaman sadece ben olacaktım.
Biriz: Sizin kitabınızda Friedrich Wilhelm Nietzsche’ye de göndermeler var. Onun üst insan kavramı var, felsefeye de kazandırdığı. Zayıfların yaşama hakkı olmaması, yeteneksiz kişilerin yaşam hakkı olmadığına dair görüşü var. Acaba bu yeni robotlar üst insan dediğimiz kavramı karşılıyor mu? Sanki böyle bir öngörüsü olmuş gibi geliyor bana.
Gündüz Vassaf: Yani robot üst insan? Yani düşünce seyri olarak olabilir dediğiniz fakat o sadece bilgiden ibaret, duygudan ibaret değil bildiğimiz kadarıyla. Veyahut çevrenin etkisi yok. Yani süper ego diyelim. Çevrenin bana şunu yap, bunu yapma diyen hali. Yani öyle bir şey yok. Çevresi yok, cemaati yok. Bizim cemaatimiz var. Yani Nietzsche’nin insanı da bir cemaat içindeydi, o cemaat içinden çıkan insandı yargılanan. Ama bir cemaat var. Bu durumda biz kendi cemaatlerimize tutunarak kendimizi daha iyi hissetme yollarını arayacağız.
Biriz: Düşünmenin üç büyük formu, sanat, bilim ve felsefe. Bu bağlamdan baktığımızda geçmişte ve şimdi ülkemizi nasıl tanımlarsınız? Gelecek, umut vaat ediyor mu?
Gündüz Vassaf: Ülke Türkiye. Türkiye, üstünde bulunduğu topraklar ve o topraklardaki insanların ürettiği sanat, düşünce… Siyaset, her şey. Fakat o toprakların, yani en azından Bizans’a kadar, Bizans öncesi, oranın kültürü ne çıkardı? Hiçbir kayıt yok. Ben de bilmiyorum. Fakat Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet üçünü toplayın, belki olmuştur fakat evrensel kültürümüze ne kattı? Mesela Mayalar bir sayı sistemi kattı diyelim. Rönesans yeni bir sanat anlayışı getirdi. Aydınlanma şunu yaptı. Doğu felsefesinden bahsettiniz demin. Fransız Devrimi, kardeşlik, eşitlik falan… Bu üç şey, yani Bizans, Osmanlı, Cumhuriyet, evrensel kültürümüze ne kattı? Herkesin bildiği? Yani Amerika’dakinin de bildiği, Tayland’dakinin de bildiği… Acı bir şey bu. Bilmiyorum. Tek aklıma gelen, o da bir düşünce ifadesi. Ayasofya. Ayasofya dünyaca ünlü ve bir ilk. Böyle kocaman bir tapınak. Başka hiçbir şey bilmiyorum. Acı bu. Yani İtalya evrensel kültüre neler çıkardı. Azıcık şey diyebilirsiniz, bunun karşı görüşü, bugün kültür Batı’nın elinde. Onlar ellerindeki malzemeyi duyuruyor, didik ediyorlar, ellerindeki her şeyi en ufak şeyine kadar, ayrıntısına kadar. Bizans, Avrupa tarihinin üvey çocuğu. Çünkü Ortodoks. Onun için Doğu Avrupa kaale alınmadı. Osmanlı, Avrupa’nın, Batı’nın, Anglo-Saksonluğun, Hıristiyanlığın ötekisi. Cumhuriyet de daha çok çok genç, birilerini çıkarıyor, o kadar. Adları duyulmadı. Belki de savunması da bu. Ama şu anda çıkmış, yani evrensel kayıtlara geçmiş, bu gezegenden, bu dönem içinde, bu son iki bin yıl içinde, bu bölgeden şu çıktı diyebileceğimiz kimse bilmiyorum. Ya da şu düşünce çıktı…
Biriz: Peki gelecek umut vadediyor mu sizce?
Gündüz Vassaf: Yaşamak umut vadediyor. Yaşamak bir umut çünkü.
Biriz: Geçmişten günümüze, özellikle sanata ve sanatçıya karşı ortaya konulan hak ihlalleri, korkunun göstergesi midir? Bu korkudan en çok kimler beslenmiştir?
Gündüz Vassaf: Hem de nasıl. Yani sanatı çok abartıyoruz. Fakat bu düzenlerin, dillerin, diktatörlerin, kapitalizmin. ..Hepsinin, afyon gibi, nasıl İngilizler afyonu dayattı, Çin’e zorla afyon sattılar, ticaret dengelerini düzeltmek için… Afyon gibi sanatçı ihtiyacı var ve sanatçıların çoğu da o ihtiyacı dolduruyor. Kimisi işini iyi yaparak, kimisi o kadar da iyi yapmayarak, kimisi kasabaya pazarlıyor sanatını, kimisi metropole pazarlıyor. Fakat bir pazarlama var. Oyalayıcı sanat diyebiliriz ona. Çoğu edebiyat, çoğu müzik. Beğendiğimiz, dans ettiğimiz, sayfaları böyle heyecanla çevirerek okuduğumuz. Mesela Orhan’ın Bozacı’sı var. Güzel bir roman. Usta romancı. Ama o bozacı, kendi gününü yaşarken, kendi sorunlarını yaşarken dünyasında neler oluyordu bilmiyorum. Halbuki bir şeyler oluyordur dünyasında, siyasete, acılara, neşelere bir tepkisi vardı. Neydi? Yani bir kavanoza koymuşuz onu, bir şeyden soyutlayıp, bu oyalayıcı roman kategorisine giriyor, o zaman çoğu da öyle. Ve öyle olmayanlar da mesela, çok güçlü gelen bize, onlar da öfke dolu, nefret dolu uyumsuzlar var. Fight Club. Palahniuk gibi veya Bukowski gibi veya Fransa’dan Celine gibi, bunlar öfke dolu, yaşam düşmanı insanlar, bizi uyarıyorlar, tokatlıyorlar…Yani sözünü ettiklerim, onlar korkmayanlar, uyum sağlayanlar… Hele bir dil tuttururlarsa o dilden yazıyorlar. Hikayelerdeğişiyor, kahramanlar değişiyor falan filan. Fakat bildik kişilerin dili oluyor yani kendilerine de fazla sürpriz yapmıyorlar, okurlarına da sürpriz yapmıyorlar. Eğer yazarlardan söz ediyorsak… Ama bizi zamandan koparan, günümüzden koparan başka bir pencere açıyorlar. Benim de hep şikayetçi olduğum, günümüzden kopmadan da o pencere açılabilir. Bunu yapanlar da var, mesela yani….Ama daha öncekendi hallerinden gidenler, tek halimizi uygulayanlar var. Dünyadan çok kopuk değil. Camus var, Gogol var, Kafka var ama insanın hep tek hali. Bir ezilen belki şikayetçi hali. Ondan ötede bir insan var. Yani bu azıcık laboratuvarda insanın sadece bir parçasını, ruhunu, hikayesini odak altına, mikroskopla odak altına almak gibi geliyor bana. Veya Fransızlardan Flaubert var, Balzac var. Onlar daha çok günlük hayatta yaşananlar. Ama orada da bir fazla bir şey yok. Daha büyük bir tespit… Günlük hayat tespitleri…İster aşk olsun, ister kıskançlık olsun, Fransa’nın sosyal yapısı olsun, Balzac da olduğu gibi, tespitler, günlük yaşam tespitleri. Ama böyle olması şart değil yani Homeros’a baktığımızda her şey var. Gılgamış’a baktığımızda her şey var. Shakespeare’e baktığımızda neredeyse her şey var, insan halinin her şeyi var. Tolstoy’a, baktığımızda, özellikle Savaş ve Barış’a baktığımızda, her şey var. Fakat daha da her şey, her şey, her şey olan çünkü onda, doğa da var. Bu sözünüettiklerimde doğayı sadece figüran olarak kullanıyorlar. Kullandıkları zaman da doğa yok. Shakespeare’de, Tolstoy da doğa yok, olursa da öyle gökyüzü şöyle maviydi falan gibi. Hepsini yapan, hem insanlığın her halini yapan, buna doğayı da katan, hepimizin yakından tanıdığı ve kendi dilinde okuma şansımız olan Yaşar Kemal… Doğa da bir anlatıcı, doğa da bir kahraman ve orada insanların yaşadığı yok yok. Göçler var, aşk var, kan davaları var. Rumlarla Müslümanlarla değiş tokuşu var, bir köyün boşaltılması var, yani yok, yok. Yani böyle olması da mümkün olabiliyor. Ama bunu yapabilen, yapan, dünyayı ve insanı böyle dolu dolu yaşayabilen çok az insan var. Galiba edebiyat hakkında ukalalığım da bu. Victor Hugo var mesela, o da insanı her haliyle, her şekliyle anlatan… Ama doğayı da birleştiren bir Yaşar Kemal tanıyorum.
Bilgen: Evet evet şanslıyız bu konuda değil mi hocam? Kendi dilimizden okuyabiliyoruz gerçekten.
Gündüz Vassaf: Fakat okumaya da sabrımız yok Yaşar Kemal’i.
Bilgen: Ben çok küçük yaşta Binboğalar Destanı’nı okumuştum. Hıdırellez ile ilgili bir pasajı var. Bu gece 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gecedir diye başlayan… Hiç unutulmuyor bu yaşta bile hala akılda kalabilen bir Hıdırellez tasviri, tüm ezberimde. Yani bu büyük şans aslında. Keşke daha çoğu olsa elbette ki ama dediğiniz gibi şanslıyız bu durumda.
Gündüz Vassaf: Paylaşın buradan azcık bir paragraf, sohbetimizin parçası olsun. Zenginleştirici bir şey.
Bilgen: 5 Mayıs bu gece, 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gecedir. Bu gece Hızır ve İlyas buluşacak ve bu buluşmada tüm gökyüzü ve yeryüzü ayrılacak, her şey, bütün doğa, hayvanlar, karıncalar, tüm doğa susacak, tıs diye kesilecek ve bunu sadece günahsız olanlar görebilecek. Ve bu günahsızlar da…. Çocukları, bebekleri tasvir ettiğini hatırlıyorum. Böyle bir paragraf hiç çıkmaz. Her Hıdırellez’de böyle kendini getirir, getirir ama yani tüm roman içerisinde doğa figürünün de aklımda kalıyor olmasını şu an anlamlandırıyor.
Gündüz Vassaf: Müthiş güzel hatırlıyorsunuz.
Gündüz Vassaf: Çok fena, hakikaten açıldım. Yelken epey rüzgar aldı sayenizde. Bu kadar coştuğumu hatırlamıyorum. Umarım bu keyfimizi paylaşan çok kişi olur.
Bilgen :Çok teşekkürler hocam. Siz bizi coşturdunuz, çok şey kattınız gerçekten. Farklı düşünebilme yetkinliğine katkınız o kadar önemli ki.
Gündüz Vassaf: Karşılıklı oluyor bunlar. Tek başına olmuyor. Umarım günlük yaşamınızda da bol bol keyif alıyorsunuz yaptığınız şeylerden. Çok sevgiler.
Biriz: Çok teşekkür ederiz hocam, iyi ki varsınız, vaktinizi ayırdınız. Çok teşekkür ederiz tekrar. Sevgiyle kalın.
Gündüz Vassaf: Sevgiler…
fotoğraf: Nazlı Erdemirel