Ailem’e
Dinlenmeye ihtiyacı var… Hem de nasıl! Bir yorgunluk ki hem daimî bir uyku isteği hem de uykuda huzursuzluk… Alarmının beş dakika aralıklarla iki saat aralıksız çalmasının ardından, saat 6.00 civarı sonunda kafası sola yatmış, uyanık ama asla ayık değil, ne düşüneceğini bilemez halde sıcak yatağında otururken buldu kendini. Tek alarmla uyanmasını da bilirdi elbette! Fakat erken saatte çalan alarm sayesinde uykusunun bölünmesini ve saati fark edip, daha uyuyacak zamanının olduğunun bilincine varıp, uykuya geri dönme durumunu oldukça seviyordu. Üzerinde konuşabileceğimiz net bir şey düşünemeden, alakasız yönlerde gezindi aklı dakikalarca, bacağında hissettiği kafa darbesi zihnini mükemmel gerçekliğe döndürene dek. Gözleri buluştu o darbenin sahibi, dünya üzerindeki en güzel tür ile… “Miyaaav…” Bazı günler sessizce karşısına oturur her hareketini izlerdi bu güzel sarmanın. Evet, o nefret ettiği kedili dul yaşlılardan biriydi artık! Teyzeler nasıl da haklıymış! Neyse, kaldırdı yataktan onu bu güzel sesleniş, mamasını ve suyunu verip, her gün yaptığı gibi üç kez öptü alnından kedisinin, gününü bu öpücüklerin güzelleştireceğini umarak.
Gün başlamış oldu böylece. Sonrası her günün aynısı. Tabii o bu otonom süreci bozmak için elinden geleni yapardı kendince. Dünya üzerinde egemeni olduğu tek habitat olan bu eski binanın 3. katındaki iki artı bir evinde, aralıklarla eşyalarının yerini değiştirir sonrasında saçma bulacağı bin bir türlü düzen denerdi. Geçtiğimiz hafta yatak odasından çıkarıp, girişe koymaya karar verdiği dolabı açtı ve ütüye gerek duymayacak bir kazak ve pantolon seçti. Ah, kilo vermiş yine! “Annem görmesin.” diye geçirdi içinden. Her hareketinde, bir sonrakini planlıyordu. Giyinirken saçını nasıl yapacağını, saçını yaparken evden çıkmadan alması gerekenleri… Uyanalı henüz on dakika bile olmamışken yeniden yorgun hissetti kendini. On dakikada hazırlanıp, güvenli topraklardan dışarı attı kendini.
Merakla bekledikleriniz; cinsiyeti, fiziksel özellikleri, yaşı, adı bizi ilgilendirmiyor şu an. Biz başka bir pencereden bakmayı deneyeceğiz.
Sokağa adımını attı sakince. Bu dünyada hayat çoktan başlamış, en yoğun evresine geçmişti bile. Kendisi gibi hareketlerinin kontrolünü kaybetmiş onlarca mutsuz yüz gördü. Hadi kendisini bir kenara koyuyordu ama sokaktaki kimse mi hayatından memnun değildi yani? Şu solgun gözlerle toplanıp bir sarılıp ağlasak, dertleşsek kendimize geliriz diye düşündü ve tabii ki bu düşünce onu gülümsetti. Neyse, o kendini biliyordu ve solgun yüzleri biraz olsun ışıklandırmak umuduyla göz göze geldiği tüm tanıdık yüzlere “günaydın” deme kararı aldı yine. Hızlıca yürürken, akşamları yorgun argın uğradığı marketin önünden geçerken yavaşladı, dükkanının önüne tabure atmış İsmet Amca’ya gülümseyerek “Günaydın!” dedi aslında söylenenin “Günaydın İsmet Amca ben de aynı durumdayım gel beraber direnmeye çalışalım!” olduğunu hissettirmek istercesine karşındakini gözlerine bakarak gülümserken. İsmet amca kafasını onaylar biçimde yere indirdi sadece… Kafasını yola çevirdi ve bu dünyanın çıkışına doğru ilerledi.
Tıklım tıklım, çoğunlukla ter kokan, her birinde yüksek sesle iş konuşan bir orta yaşlının, yer isteyen beli kırıldı kırılacak bir teyzenin, yüksek sesle dinlediği müziği kulaklığından tüm ortama yayan bir ergenin, yoğun parfümü ile herkese gün boyu baş ağrısı garantileyen bir orta yaşlının demirbaş olarak yer aldığı, ani frenleri ile refleksleri test eden ve A noktasından B noktasına muhtemelen olduğunuzdan daha mutsuz ulaşmanızı sağlayan toplu taşıma… Çevresindeki herkesten daha fazlası olduğunu düşündü bir an, her sabah olduğu gibi. Sonra bu bencil düşünceyi kovdu zihninden. Bu insanlara yüksekten bakmak için fazla onlar gibiydi. Kulaklığını sakince kulağına taktı. Bir şey dinleyeceğinden değil. Kendi düşüncelerinin ve yüksek sesle karısıyla kavga eden amcanın yanında bir de üçüncü bir şeyi dinleyecek durumda değildi. Sadece hem onlardan bağımsız düşüncelere dalabileceği, rahatsız edilmeyeceği, ama onlardan da kopmayacağı bu durum hoşuna gidiyordu. Evet… Düşünmesi gereken ve tam da şu ana, günün kendisinden düşünmek dışında başka bir aktivite beklemediği, otonom hareketlerin sıfırlandığı tek anına ötelediği düşüncelere izin verdi. Maaşının, yaptığı işe oranla az olmasının yarattığı huzursuzluk, evinin kirasını üç katına çıkarmak isteyen ev sahibinin tavrındaki umursamazlık, uzun zamandır görmediği annesinin şefkatine duyduğu özlem ve niceleri bir anda içine doldu. Vazgeçti, tüm düşünceleri yarına öteledi. Bir anda çevresindeki herkes yere yığıldı.
“Tam da olması gerektiği gibi” diye geçirdi içinden. Son zamanlarda böyle şeyler de izlememişti. Nereden buluyordu bu referansları zihni? Gerçi hoşuna gitmiyor da değildi zihninin bu dizginlenemez, tahmin edilemez durumu. İzin verdi akışa… Otobüs rota değiştirdi birden, mevsimle beraber. Deniz kenarında, güneşli bir yaz gününde ailesinin yanına gidiyordu artık. Ve artık otobüsün eskisinden daha parlak renkleri vardı, adeta ısınmıştı içerisi. Uzaktan o tanıdık binayı gördüğü anda o güzel havuçlu kekin kokusu doldu birden otobüsün içine. Tam da bu “aile bağı”nın ne denli önemli olduğunu hissettiği yaşlarında, onları bu denli az görüyor olması hüzünlendirdi anında onu. O tanıdık durağa yaklaştığını fark ettiğinde kapıya yöneldi ve tam da o an göz göze geldi o “biri” ile. Şaşkın gözlerle kendisine baktığını fark etti. Galiba karşısındaki alışkın değildi zihninin ilginç oyunlarına. Yabancı bağırdı “Neler oluyor?” Titriyordu resmen, çantasına sıkı sıkı sarılmış, hızlı nefes alıp veriyordu. “İyi misin?” dedi bizimki. Alışıktı böyle durumlara, her yolculukta farklı alternatifler sunardı zihni ona. Ama her seferinde yalnız olurdu. Bu sefer yalnız değildi. Devam etti “Burada ne işin var?” Cevap hızlı ve sinirli bir şekilde geldi “Ne demek burada ne işin var, Neler oluyor? Sen kimsin ve bu insanlara ne oldu?” Yaklaşmak istedi yabancıya bir adım attı ama yabancı çantasına daha sıkı sarılınca durdu. “Nerede olduğumuzu bilmiyorum. Ben bu durumları hep yaşarım. Ama senin de burada olman çok ilginç. Zihnim beni burada yalnız bırakmak için yok eder herkesi. Böylece düşüncelerimle yalnız kalırım. Dikkatli dinle insanların, otobüsün arabaların sesi hala var sadece sen yalnız kaldın.” Yabancı şok olmuştu haliyle. “Kafan mı güzel senin?” Ah keşke ama maalesef başka bir şeydi yaşadıkları. Sessizce baktılar birbirlerine…
“Son hatırladığın ne? Ne düşünüyordun?” Yabancı bu soruya şaşırdı haliyle. “Bilmem ki, her zamanki şeyler, bir insan otobüste ne düşünürse o işte. Hem ne önemi var. Ne saçmalıyorsun sen?” Bizimkinin içinde bir umut yeşerdi. Belki de -küçük bir ihtimal de olsa- tüm yaşamından, görünümünden ötede bu iki zihin aynı anda aynı devinimi yaşayıp aynı girdaba girmişti? Belki de yalnız değildi. Gülümsedi hafifçe. “Ne gülüyorsun, lütfen cevap ver bu insanlar öldü mü? İşe geç kalacağım. Düzeltebilir misin bu durumu?” Neden düzeltmek istesin ki? En sevdiği zamanlar, en sevdiği yalnız kalış. Bu yabancı, insanın kendisi ile yalnız kalamamasının nasıl bir şey olduğunu bilmiyor gibiydi. Telefonunu çıkardı hızlıca. Birilerini aramak umuduyla. Çalışmıyordu telefonu. Hareket etmek istedi, edemedi… Tekrar karşısında artık gülümsemesi kaybolmuş kişiye odaklandı. Çaresizlikle bakıyordu. Huzursuzdu. “Lütfen!” dedi. Lütfen mi? Nasıl yani!?
Bizimki sakince ona umutlu bir adım attı. “Sakin ol, sana söyledim ya, burası benim kendi kendimle kaldığım yer. Sen hiç bunun gibi bir yere gelmedin mi?” Karşısındaki gözler büyüdü bir anda “Ne saçmalıyorsun sen? Böyle bir yere gelmeyi kim ister? Kendiyle kalmayı kim ister!”
Bir anda otobüsteki tüm insanlar ayaklandı ve demirbaşlar olmaları gerektikleri yerlere geçti. Yabancı da onların arasında yerini almıştı ve hala şaşkın şaşkın bakıyordu. Artık hareket edebiliyordu. Hızlıca kalkıp kalabalığın arasından kapıya yöneldi ve inmeden önce, az önce hararetli biçimde konuştuğu kişiye “Sapık mısınız? İnsanları böyle izlememelisiniz!” deyip hızlıca indi. Şimdi anlaşıldı; bu işi abartıyordu. Kendine kızıp, bir daha böyle bir arayışa girmeyeceğine dair söz verdi hızlıca. Kimsenin düşünmeye ihtiyacı yoktu. Böyle hayat geçer miydi hiç? Utandı haliyle; herkes ona bakıyordu. Dişlerini sıkıp “Aptalsın!” dedi zihnine. Cevap olarak akşam ne yiyeceğini düşünmeye başladı…
Şubat 2023
fotoğraf: Jana Mare