Bir harp telinin üstünden akıp gider gibi duran bir gözyaşı, damlacık. Ardından bir halat gibi çekilen, sepsert bir örümcek ağı. Son olarak ise çizgilerin dansından, dalgalanışından oluşan kıvrımlı bir düzlem. Bütün bir video yüzeyini kaplayan hareketin nano, mikro, makro düzeyde görünümleri.
Björk’ün Pagan Poetry’si bu tip bir betimlemenin nesnesi olarak başlar. Bir çizgi üzerinde açılır, genişler. İlk başta ve bakışta fazla soyuttur; ne idiği belirsiz olduğu söylenebilecek kadar soyut. Ve bir bakıma gerçekten öyledir de. Ama zamanla somutlaşır, ele gelir bir hâl alır. Çizgiler bir form oluşturmaya başlar. Bir nabız gibi atan bir form. Bir insan formu.
Björk’ün müzik videosu kendi dağılıp toplanması olarak nitelendirilebilir bir bakıma. Kendi soyutlanması ya da. Veyahut yayılması. Öyle ki durmaksızın çizgilere karışıp yine çizgilerden oluşmayı kesmez o. Fazlasıyla bariz bir hâl aldığında ise gerçekleşir ya da teknik bir terimle, analojikleşir. “Ah, işte o!”
Tüm bu süreç de liriklerde yankılanır hâlihazırda. Titrek çizgisel yüzey bir mors kodu sinyalinin bir makineden yankılanırkenki zonklayışının sonik analogunu oluştururmuşçasına var olur, oluşur. Yüzeyin basitliğinde, az bileşenli olmaktan kaynaklı sadelikte, uykudan uyanmanın yarattığı sersemliğe benzer bir şey vardır, ama aynı zamanda kendi yapısına özgü bir fluluk da. Her hâlükarda, bu yüzey bir arzu akışının gizemli mi gizemli bir diyagramı olmayı bırakmaz. İçselleştirilmiş, kaçılıp kurtulunamayan, çekim gücü anlaşılamayan, fakat direnilen anatomik bir blueprint.
“Onu seviyorum, onu seviyorum, onu seviyorum…” dizisi ile karışan “Onu seviyor, onu seviyor, onu seviyor…” dizisi en sonda gelir. Björk’ün dudağı ile dediği arasındaki senkronun bozukluğu boşuna değil. Çizgiler ideal formu çizdiğinde, bedende izlerini bırakacak şekilde, bir yaranın değil bir sembolün dikiş deseni olarak bedene nakşediliğinde, ortada karışan bu iki diziden, çaprazlama bağlanan “çifte aşk dizisi”nden başka bir şey kalmaz. İçeride duyulan, dışarıdan da duyulan hâlini alır böylece. “Onu seviyorum…”, “Onu seviyor…” Love is a line.
Pagan şiiri, çünkü herhangi bir aşkınlığa işaret etmiyor, her zaman sanal bir parçası mevcut içkinliğin açıklığına kapılmayı sağlıyor. Kendi sembollerini oluşturan bir vektörün adı bu. Kendi kendini gizemlileştiren, gizemi seven. Kendi derinliğini keşfeden, kendi dibini kazan birinin ritüeli. Nietzscheci mi Nietzscheci birininki. Kendi dinini oluşturana şair diyorlardı eskiden. Papazlar bu yüzden sevmez şairleri. Kişisel poiesis.
görsel: Björk, Pagan Poetry, 2001, kaynak: IMDb