Akla gelen-gelmeyen ya da öğrenildiğinde varlığını garipseyerek kabul ettiğimiz tüm bilim dallarından kendine pay biçen mimarlık mesleği; bilimin sanatla ifadesi, anlamın felsefeyle birleştiği multidisipliner bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımda yalnızca estetik kaygı değil bununla beraber işlevi, uyumu, kullanılabilirliği, etkileşimi ve birçok parametrenin kümelenmesi esas alınır. Nitekim; “mimarlık, tüm kümelerin kesişimidir.“ Mağaralardan konutlaşmaya kadar geçen sürede insanlık; sürekli bir ihtiyaç halinde olmuştur. Öncelikle korunma içgüdüsü ile başlayan bu süreci; konfor, algı, estetik, soyut kaygılar, duygu gibi etmenler ile öne çıkarmaktadır. Tabii bu durum bilimi mimarlığın merkezine doğru itmiştir. Korunmak için yapının formu ve malzemesi geometri, kimya, fizik gibi dallardan yararlanırken; estetik kısmı işin sanatsal boyutunu kapsamaktadır. Renkler, şekiller, dokular işin estetik tarafı; soyut kaygılar ise yapının ya da mekânın insan üzerindeki etkisi ve yönlendirmesi ile ölçülür. Elbette ki mimari bakış yalnızca bu konu üzerinde eğitimli bireylerin sahip olduğu bir yeti değildir. Bir yazar karakterin yaşadığı ya da o an bulunduğu mekânı betimlerken kendine yeni bir inşa süreci başlatır. Bir yönetmen kadrajına aldığı her türlü mimari imge ile bizi filmin içine almaktadır. Bu ve böylesi durumlar mimarlığın; ne kadar geniş bir yelpazesi olduğunu bize göstermektedir. Öyle ki; “mimarlık; gözle görülen her yerdedir, her şeydedir.”