© 2022 Tüm hakları saklıdır. Developped by ordek.co .

dut lekesi

Mayıs 14, 2024
Aykut Sağır

Paylaş

Neden “kendi üret, kendin pişir, kendin yedir” tipi bir yayıncılık olmasın? Set halinde hazırlanmış müzik dinleme sistemleri, nicemiz için doğumdan ölüme, en küçük ayrıntısına kadar her yanı hesaplanmış hayatlar varken hele… Benzetmeleri, karşılaştırmaları yanlış, uygunsuz yapmış olabilirim, ama neden dört başı mamur bir yayıncı komünümüz olmasın, neden zamanı karşısına alarak varlığını kendi kendine açan çiçeğinin kokusuyla, kendi dudaklarının saldığı solukla, anbean kutlamasın?

On iki sayı bir çember oluşturup zamanı etrafa salarken neden on iki insan bir araya gelip zihnin doruklarına tırmanıp, göğün tadından yenmez meyvelerinden toplamayalım? On iki kişi (deli), on iki işin ucundan dönüşümlü tutarsa ortaya sürekli devinen, üretken bir çalışma ortamı, zevkle imal edilmiş, benzersiz, özgün kitaplar çıkmaz mı?

Nedir bu on iki iş peki? Kitap dosyalarını kabul etmek, içlerinden yetkin olanları seçmek, seçilenleri düzeltip son halini almasını sağlamak, kabul edilmeyen dosyaları gerekçeleriyle yanıtlamak, basılacak kitapların kapaklarının tasarımını hazırlatmak, nihayet kitapları basmak, ciltlemek, satışa sunmak, tanıtmak, masrafları/gelirleri kaydetmek, bunları düzenli bir şekilde yayımlamak, mail kutusuna veya sosyal medya hesaplarına gelen iletilere gecikmeksizin samimi, gerçekçi ve kibar yanıtlar vermek. Şimdi hazır olun, bu on iki deli, bu on iki işi yer yer birlikte zaman zaman da ayrı ayrı, sürekli bir biçimde yerine getirecek. Bir an ayları düşünün, Ocak’ın Temmuz gibi davrandığını, Nisan’ın Ekim gibi şakıdığını yahut Ağustos’un Aralık gibi titrediğini; onlar başaramazlar ama bu on iki deli başaracak!

Şöyle iki kat, on odalı bir bina neyimize yetmez a dostlar? Acıkınca, öf, kim bilir nasıl acıkacağız, elimizi yıkamadan, bodoslama bayat olduğu için tabakta bırakılmış kuru pastaya dalacağımız bir mutfağımız bile olacak. Alt katın arka bölümünde matbaa makinesi takır takır işlerken ön kısmında metinlerini henüz ezberlemiş olanlarımız meraklı okurlara bir parfümü anlatırcasına kitapları tanıtırken kasada duranımız küçük aynalara bakarak sivrilttiği gülümsemesini dükkâna geleceklere sınırsızca ikram edecek.

Öyle bir değinip geçmekle olmaz, şöyle tek tek anlatmam gerek, ne yapacağız, nelerle uğraşacağız bu komün evinde. On iki işi on iki paragrafla tanıtmalıyım.

1. Kitap dosyalarını kabul etmek: Biz düzyazıcıyız, kurmacadan yanayız. Demek ki öykü ve roman yayımlayacağız. Sayımız belli, okuyacağımız miktar elbette sınırlı, bir yılda yayımlayacağımız eser sayısı taş çatlasa kırk, bilemedin elli! Her birinin adedi iki yüz yahut iki yüz elli. Hangisinin her kopyası satılırsa bir yıl dolmadan, yeniden basılır abisi! Bir yıl dolduktan sonra da tabii ki! Ben derim ki başvuru kotası olsun, yoksa bu bünyeler nasıl yetişsin, yazık günah! İş sadece okumakla kalsa daha nicesi var. Bundandır isterim, yüz öykü dosyası, yüz roman için başvuru kotamız olsun. Nihai karar elbette on iki delinin, aşk olsun! Önce öyküler, sonra romanlar için başvurulsun. Kotalar dolunca okumalar başlasın!

Ah! Sadece taze kitaplar değil ki, arzularım ki, değeri bilinmemiş, ikinci baskıyı görememiş nice yapıt da bizimle olsun. Her yılki yayın listesinin %25’ini, yani on – on iki tanesini onlar doldursun. Kaldı ki bir de kötü sunulmuş klâsikler var, bizimle her yıl on tanesi neden nefis sunumlara sahip olmasın?

2. Alınan kitap dosyaları içinden yetkin olanları seçmek: Yetkin dediysem biz on iki deliye göre. Baltayı taşa vurursak, gülü çirkine verirsek affola! Ne var ki bizim de bir metodumuz olacak, tarif etmekten gurur duyacağımız. Biz on iki kişi dört gruba bölüneceğiz, her bir gruba yirmi beşer dosya düşecek işte, her dosyadan rasgele iki öykü veya bölüm seçip okuyacağız önce, sonra her gruptan üç kişi puanlayacağız bu bölümleri standart bir ölçekle. Her grup en yüksek puan alan beş adedi ayıracak kenara. Öykü için de, roman için de kırk eser kalacak finale. Baştan sona okuyacağız sonra on iki kişi bu kırk eseri, yayım için kalacak en başarılı yirmi tanesi. Böylece bu yirmi dosya yayın listesine girecek o seneki.

İlk baskıda kalmış hazineleri de önerecek tabii, içimizden biri yahut önemsediğimiz birileri. Hakikaten üstün seviyeymiş dediklerimiz hak edecek dirilmeyi. Aynı şekilde klasikler de ilk kez şık giyimleriyle boy gösterecekler, ah, ne iyi!

3. Seçilen dosyaları yayımlanmaya hazır hâle getirmek: Yazara göstereceğiz metnindeki fazlalıkları eksikleri, yanlış yazımları. Oldursun diye henüz olduramadıklarını. O olsun diye yarattığı yapıtın en iyi okuru ve tek yazarı.

4. Yayımlanmayacak yapıtların yazarlarına gerekçeli yanıt yazmak: Ne çok bekledi kitapsız yazar bir sesin gelmesini, bir değerlendirmeyi, samimi bir “hayır” cümlesini, “Seni biz nebi kıldık, dostum.” denilmesini, birkaç kelimeyi yahu, esirgenen birkaç kelimeyi. Biz, on iki deli, vereceğiz ona asırlar boyunca almayı beklediği, hak ettiği değeri.

5. Yayımlanacak yapıtların kapak tasarımını hazırlatmak: İnanın, benim derdim kitabı oluşturan bütün bölümler düşünülünce çoğunluk için en eften püften bulunabilecek sorundan, kapak tasarımlarının kötülüğünden başladı. Güzelim yapıtlara tahammül ötesi kapaklar hazırlandı durdu bu ülkede, sadece bu ülkede değil, bütün dünyada. Her defasında daha fazla. Dünya ölçeğinde The Folio Society gibi birkaç oluşum dışında hiçbir yayınevinin kitaplara bir sanat nesnesi olarak bakmadıkları bilinmeyen bir bilgi değil. Oysa nasıl ki mimari önemlidir, iyisi kente mutluluk katar, kötüsü orayı bedbaht kılar, kitaplar da bulundukları odaları ya bayındır hâle getirir ya da çirkinliğe boğar. Evet, sevgili okurlar, canınız nedensiz sıkkınsa bir de kitaplığınıza dikkatlice göz gezdirin. İşte, sebebi tam olarak bu! Zarafetten, güzellikten, zekâdan nasibini almamış kitap kapakları içindeki cevherleri hayatından bezdirmiş. Onların kötü havası çoktan doldurmuş evinizi. Havalandırsanız da nafile! Bakın, ne diyeceğim, mesele sadece kapak tasarımı değil ki, sayfa tasarımına, kâğıt kalitesine, onların nasıl tutturulduğuna kafa yormadan da olmuyor güzel bir kitaba ulaşmak. Biz, on iki deli, kitap gibi kitaplara ulaşmak için elimizden geleni yapacağız. Kapak tasarımı için sadeliği, yaratıcılıkla melezleyen, yazıya çok özel durumlar dışında alan tanımayan bir bakış açısıyla yaklaşan sanatçılarla çalışacağız. Kitaplarımızın sert ve aşınmaz kapağı, dikişli cildi, yıpranmaz kâğıdı, okunaklı fontu ve sayfa düzenlemesi mutlaka olacak.

6. Kitapları basmak: İlkemiz en az zamanda, en az enerjiyle en kaliteli kopyalara ulaşmak, bu sebeple teknik ilerlemeyi takip ederken bütçenin de zarar görmeyeceği baskı ve cilt makinelerine sahip olmak, bunları en optimum düzeyde kullanabilecek bilgi ve beceriye erişmek. Kitap gibi kitap hedefimiz varken renklerin en güzeline vardıran, netlikte sorunsuz bir teknolojiyi edinmekte tereddüt edemeyiz. Biz, on iki deli, bir bir kullanacağız bu aletleri, olacak tabii kimimiz kimimize göre yavaş veya seri. Hazırlayıncaya kadar satışa bir yılda toplamda 10 bin adedi.

7. Kitapları ciltlemek: İlkemiz, hedefimiz üsttekiyle aynı. Yeter ki ele alındığı halde asla eskimesin, güzelliğini kaybetmesin kitaplar. Aynı, yüksek standartta bir cilde sahip olsun. Dikişli olsun isteriz, kopmasın dağılmasın isteriz, sayfalar birbirine iyice bağlansın isteriz. Ha, bir de kitapların kılıfı, bir kutusu olsun isteriz. Dik dururken kitaplıkta zamanla eğilip bükülmesin.

8. Satışa sunmak: Elbette ki bunca emeğin bir somut çıktısı, bir ürüne dönüşümü söz konusu olacak. Binlerce kitap meyveleyen bir ağaç bu bizimkisi. Meyvesini sadece dalından yedirecek bir ağaç. İki katlı evimizin ana caddeye açılan bölümünde bir dükkânımız olacak ya binamızın o dükkân bölümü işte o ağaç! Sadece 2000 kitabın sığacağı minik bir kitapçı dükkânı. Bir o kadarının da depoda duracağını söylememe, bilmem, gerek var mı? Sıkı durun, bu kitaplar, kitaplarımız tek oradan edinilebilecek. Ne internetten ne başka bir adresten erişilebilecek. Üzerlerindeki peçeyi sadece misafirlerimiz kaldırabilecek.

9. Kitapları tanıtmak: Öyle akla ilk gelen yollarla değil. Sadece iş evimize gelenlere. Ne idiği bilinmez kalsın istiyoruz kitaplarımız internetten nasiplenmekle yetinenlere. Yanımıza kadar gelip arka kapaktan tanıtım yazısı bekleyenlere. Biz anlatacağız, bir uzaylıyı dost meclisine tanıtır gibi, bir antikayı betimler gibi. Yalnızca ziyaret edenlere, dalımızdan bir/kaç kitap koparıp götürmeye niyetlenenlere.

10. Satışları, masrafları, gelirleri, giderleri düzenli kaydetmek: Hangi işletme yapmaz ki bunları, hesabını bilmeden kim adım atabilir ki ileri. Borçla harçla süremez ki erdemli bir iş de olsa bu peri masalı. Ana ilkemiz şudur bizim: Bir işin en iyi şekilde gerçekleştirilmesi için gerekli olan asgari harcamayı yapmak elbette ki.

11. Gelir ve gider kalemlerini, olduğu gibi, düzenli olarak aylık yayımlamak: İşte bu diğer kurum kuruluşlardan işletmelerden ayıran başlıca konulardan biri bizi. Şeffaflıkla başlayıp öyle sürdürmek her şeyi. Utanmadan sıkılmadan, kimseye şüphe şansı tanımadan görünür kılmak olup biteni. Anlasın diye toplum kitap fiyatlarımızdaki görece şişkinliği. Unutmasın hiç kimse, satacağımız bu kitaplarla geçineceğimizi.

12. Düzenli olarak, aksamalar olmaksızın nitelikli halkla ilişkiler etkinliği yürütmek: İşin bir tarafı kendimizi duyurmak, anlatmak, bilinir kılmak. İllaki varlığımızı hissettireceğiz, sır olanı ele vermeden, büyüyü silmeden, kimiz, neciyiz, neredeyiz, nasıl ulaşılırız, nasıl iletişiliriz, bunları bildireceğiz. E-posta kutumuza, etkin sosyal medya hesaplarımıza gelen iletilere hak ettiği alâkayı mutlaka göstereceğiz. Sululuktan uzak, üstten alttan bakmadan, hem samimi hem ciddi bir dille yanıtlar vereceğiz.

Belli başlı işleri saydım, sadece bunlar mı, bunlara eklenecek daha küçük boylu onlarcası, ama biz yüksünmeden, söylenmeden, o günün işini ertelemeden, yalansız dolansız, bireysel çıkarlara başını kaldırma fırsatı tanımadan, coşkuyla, zamanı unutarak, deli gibi ama zevkten köpürerek çalışacağız, yerli yersiz on iki delinin türküsünü tutturacağız bir ağız.

Peki, neyi başarmış olacağız, madde madde bunlara da yer vermeliyim, hem daha anlaşılır olmak hem de yukarıdakileri, henüz söylenmemişlerle birleştirip toparlamak için.

Bu projeyle biz,

1. Yayınevi – basımevi – dağıtım – kitapevi aşamalarını bir yerde toplayacağız.

2. On iki kişi, on iki ana işi bilerek, yer değiştirerek, dayanışarak, ayrılıp birleşerek, karmaşık bir canlı organizma gibi eyleyip bir yayın komününe hayat vereceğiz.

3. Bilişim çağının, internetin söküp attığı, hadım ettiği bilinmezlik duygusunu diriltip merak duygusunu yeniden mütevazı yaşamlarımızda hâkim kılmak için önemli bir adım atmış olacağız. Bu sebeple ürünlerimizin tanıtım maksatlı bile olsa sosyal medya üstünden paylaşılmasına bütün gücümüzle mani olmaya çalışacağız.

4. Kitapların yazılı eserlerin özelliksiz mağarası, kulübesi, barakası yahut çirkin barınağı olmaktan çıkarıp estetik yönünden iddialı, dayanıklı ve kullanışlı konutu olmasına gayret göstereceğiz. Ressamların ve grafik sanatçılarının kitap kapağı sanatını iyice kavrayıp geliştirmelerine yardımcı olacağız. Yazılı yazısız alan oranlarının, yazı tipinin en uyumlu birlikteliğinin bilgisine ve uygulayımına sahip olacağız.

5. Biz 12 deli, kitapların satış fiyatlarını belirlerken bütün üretim masraflarının yanı sıra bizim hayatımızı idame ettirebilmemiz için aylık gereken ücretin karşılanabilmesini dikkate alacağız. Bu aylığı ders ücretleri dâhil edildiğinde bir edebiyat öğretmeninin yıllık aldığı güncel meblağı on ikiye bölerek elde edeceğiz.

6. Bu iş düzeniyle yepyeni bir esnaflık tipi tanımlayacağız. Kârla, zenginleşmeyle ilgisi olmayan, emeğinin üstünde kazanmamaya ama emeğinin karşılığını (zorunlu bedensel ve entelektüel ihtiyaçlarını giderebileceği miktarı) da mutlaka almaya çalışan bir tüccarlığı önereceğiz. Bir erdem ölçütü olan ölçülülüğü hedefleyeceğiz.

7. Yine aynı uğurda bütün masrafların, giderlerin, pek tabii gelirlerin asla fesat karıştırmadan, olduğu haliyle yansıtılmasına ve kamuoyuyla paylaşılmasına, işlerimiz yolunda gitmediği zamanlarda da sonuna kadar dikkat edeceğiz. İllüstratöre ne kadar ödediğimizden iş evinin elektrik masraflarının tutarına kadar her şeyi olanca açıklığıyla sosyal medya ve internet sitesi üstünden, ayrıca çalışma mekânındaki panolarda bilinir veya bilinebilir kılacağız.

8. Okurla eserlerin tanıtımı vasıtasıyla doğrudan, yüz yüze temas kurma şansımız olacak. Hangi kitabın satıldığı anda kime, hangi tarihte, hangi amaçla satıldığını özenle işlediğimiz bir defterimiz olacak. Bu defterin dışında kitapları satın alanlardan –hakemli dergilerden onay almış akademik veya edebi nitelikteki analiz veya eleştiri yazıları dışında- hiçbir şekilde bu eserlerle ilgili internet ortamında bilgi paylaşmayacaklarına dair bir söz imzası alınacak.

9. Maliyeti aşan kazanç durumunda tasarruf için ayrılacak gelir dışındaki bölüm kitaplardan kütüphanelere gönderilmek üzere yapılacak baskılarda kullanılacak.

10. Yapıt sahiplerine telif ücreti her baskı öncesinde, tek seferde –ek ödemeleriyle- beş edebiyat öğretmen maaşı tutarınca, çevirilerde üç öğretmen maaşı tutarınca yapılacak.

11. Yayımlanmak üzere dosyalarını göndermiş olan ama bu hakkı elde edemeyen müelliflere geliştirici eleştiriler barındıran dönütlerde bulunulacak olması yayıncıların evvela iletişimi önemsemesi gereğinin altını çizecek.

12. Kitabevimizi ziyaret eden okurlara karadut kurusu ikram edilecek. Tabii, ziyaret takviminin her ay dikkatlice takip edilmesi gerekiyor. Çünkü biz “hafta” adlı kavramın hükümranlığını kırdık. Her üç günde bir gün ara vereceğiz. Bu nedenle çalışma ve dinlenme günlerimiz sürekli değişecek.

Yazı toparlamaya çalıştıkça daha da dağılabilir bir düzeye geldi, bitiriyorum. Şunu söylemeyi unutmadan: Her yeri o kadar kahveci, çikolatacı, kebapçı kaplar oldu ki kime ne yararı olduğunu anlamadığım bu sermaye savurganlığına göz deviren, elindekini daha da artırmak üzere değil de nitelikli bir iş için harcamak, evet bir bakıma “çöpe atmak” isteyen varlıklı ama “başka türlü düşünen” birkaç delinin bu oluşuma girmekte beis görmeyeceğine, kuruluş aşamasındaki masrafları dert etmeyeceğine, “Ben bu kadar katkı yaptım, benim sözüm geçecek!” demeyeceğine, ölçülü ve üretken bir hayatı sayılarla, biriktirmeyle kafayı bozmuş sınıftaşlarının hayatına tercih edeceklerine inancım tam. Çünkü yiyecekleri (kara)dutun lekesi asla parmaklarından gitmeyecek.

8 Mayıs 2024
Ankara

Diğer Yazılar

lilith

Lilith, karanlığın âsi gelini.Rûzgar öpsün saçının her bir telini.Hangi sinsi el, hapsetti seni?Kör karanlıklara tes…

diyalog: Cem Dinlenmiş

Sosyal ve siyasal eleştirinin formlarda değişim yaratarak toplumda farkındalık oluşturan karikatür sanatı yalnızca m…

yanlışlık

Ağzında sefil bir tatla uyandı, bunu bilen bilir. Terlikleri yatağın diğer tarafında kalmıştı. Mermere yalın ayak ba…



© Tüm hakları saklıdır. Developped by ordek.co .